Uzun bir zamandır CHP Kürt yurttaşların yoğunlukta yaşadığı Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölge illerinde olduğu gibi büyükşehirlerde Kürt yoğunluklu mahallelerde de siyasi olarak gücünü kaybetti. Buralarda politik arenadan hemen hemen tasviye edildi.
Cumhuriyetin kurucusu olduğunu iddia eden bir partinin, CHP’nin, cumhuriyetin kurulmasına büyük destek veren, Diyarbakır’da %3, Şanlıurfa'da %3.07, Van'da %3.75, Hakkâri’de %0,9 oy oranında kalması vahim ötesi bir durum. CHP, buralarda resmen halkın vicdanından, gönlünden, iradesinden silinmiş durumda.
Radikal'den sevgili Ezgi Başaran Kılıçdaroğlu'na bu durumu sorduğunda, bunun bir ''akıl tutulması'' olduğu cevabını alıyor. Aslın da tutulan Kürtlerin aklı değil, dün bugünkü mevcut CHP'nin jakoben, ırkçı, tek tipçi söylemi. CHP’nin Kürtlerin temel sorunlarına cevap vermemekte direndiğini ve son yirmi yılda Kürtleri ihmal ettiğini ve kaybedilmiş bu kitlelerin tekrar kazanmanın kolay olamadığını söyleyemeyen Kılıçdaroğlu maalesef siyasi birikimsizliğini, öngörüsüzlüğünü, siyasi vicdansızlığını da ortaya koyuyor.
Kürtlerin, kendi deyimleriyle''Kürdistan''diye isimlendirdikleri, Kürt nüfusunda % 86 sının yaşadığı Güneydoğu yanında Adana'nın doğusundan Kars'a kadar olan bölgede yoğunlaşması bir o kadarı da başta İstanbul, Adana, Ankara ve İzmir'de olması CHP'nin oy oranlarında ki düşüşünün somut göstergesi.
Bu konuda Kürt siyaseti üzerine kafa yoran, kalem oynatan İbrahim Güçlü Bey’in tespitlerine yer vermemek olmaz.
İbrahim Güçlü Bey'in bu konudaki yazısı dikkate değer. Buyrun birlikte okuyalım.
''''' Kürtler sadece sosyal olarak değil, tüm politik beklentileri ile farklı tutum sergiliyorlar. CHP ne yazık ki bu üç bölgede de Kürtlere seslenemiyor. Biz CHP’nin bu sorunu ve gerekçelerini üç ana başlıkta tartışalım; BDP olgusu, 90’lı yılların günahları ve Kürtlerin temel haklarına yönelik kayıtsızlık.
‘Bizim partimiz var’
Kılıçdaroğlu, Kürtlerin neden CHP’ye oy vermediğini yukarıda değindiğimiz mülakatta tartışırken Kürtlerin CHP’ye oy vermediklerini, “bizim partimiz var” gerekçesine dayandırdıklarını vurguluyor. Bu tespit yanlış değil. Kürtlerin doğuda % 60’ı, batıda % 80’i AKP’ye, doğuda %40’ı, batıda % 20’si BDP’ye oy veriyor. Seksenli yılların siyasî haritasına ve Ahmet Türk gibi BDP milletvekillerinin siyasî biyografyasına bir göz atmak, Kürtlerin CHP’den ilk kopmasının bugün BDP’de şekillenmiş Kürt hareketi ile başladığını gösterir. CHP’nin bu kopmaya direnmediği söylenemez. Erdal İnönü önderliğinde Ekim 1991 seçimlerine SHP, Kürtleri listesine alarak girdi ve seçimlerden Türkiye partisi olarak çıktı. Fakat önce Demirel, sonra Çiller ile koalisyona giren SHP-CHP, sadece Kürtler için değil genel olarak siyasî parti olarak hayal kırıklığı kaynağı oldu. CHP 1995’te İstanbul’u kaybetti, 1999 seçimlerinde seçmen CHP’yi % 8,71 oy oranı ve seçim barajının altında tutarak TBMM’den dışladı. CHP’nin Kürtleri kaybettiği gün, Mart 1994’te Ahmet Türk, Leyla Zana gibi milletvekillerinin aşağılayıcı bir şekilde Meclis’ten atıldığı gündür diyebiliriz. Koalisyon ortağı CHP listesinden seçilmiş milletvekillerine bu tür bir muameleye izin vermemeli idi. Türkiye’de muhafazakâr oyların AKP’de toplandığı, sağın oturmuş partileri DYP ve ANAP’ın tarihin karanlıklarında kaybolduğu 2002 seçimlerinde solda da sular durulmuş, CHP yanında Kürtler kendi partilerini seçmişlerdi. Muhafazakâr Kürtler AKP’de toplanırken, CHP tabanı tümden BDP’ye kaydı diyebiliriz. CHP bugün BDP’ye oy veren bu eski tabanına seslenemediği gibi, BDP ile benzer “sol” ve laik bir kültürü temsil etse de, siyasî diyalog sorunu yaşıyor. CHP’nin BDP’ye rağmen Güneydoğu’da yeniden oy tabanı bulması zor olsa da, büyük şehirlerdeki Kürtlere seslenmesi mümkün. Bu konuya eğilmeden isterseniz 90’lı yılların günahlarına ve CHP ile Kürtlerin yabancılaşma sürecine kısa bir göz atalım.
Türkiye tarihinin kara sayfaları 90’lı yıllar
Yakın tarihimizin en kara sayfaları herhalde 90’lı yıllarda yazılmıştır. Genel olarak ekonomin çöktüğü, Özal yıllarının getirdiği açılımın eridiği, ülkenin derin bir fakirleşme sürecini yaşadığı bu yıllar her bakımdan yıkım yılları oldu. Yolsuzluk kelimesinin anlamını yitirdiği, Türkçenin bankaların soyulduğu süreç için “hortumlama” kelimesini ürettiği, vatandaşların hak arayışını mahkemeler üzerinden değil, çeteler kanalı ile aramaya başladığı, sadece hukuk devletinin değil, genel olarak devletin tümden yozlaştığı bu yıllar Kürtler açısından bir felaketti. PKK terörü ile devlet terörü arasına sıkışan Kürtler bu yıllarda “faili meçhul” cinayetlerin hedefi oldukları gibi, can ve mal güvenliği gibi devletin en temel garantilerinden de yoksundu. Sadece köyler değil şehirler de boşaldı ve milyonlarca insan, batı illerine göç etmek zorunda kaldı. Fakat bu göç sadece her göç gibi ekonomik ve sosyal olarak zor bir süreç değildi, Kürtler bu göç sürecini bir nevi sürgün, aşağılama, yurtlarından kovulma olarak yaşadığı gibi, İstanbul, İzmir, Mersin vs.’de Kürt kimlikleri ile hoş karşılanmadılar. Batıda Kürtleri dışlayan, onları kimliklerini inkâra zorlayan hava bugün hâlâ sürüyor. CHP 90’lı yıllarda Çiller’in koalisyon ortağı ve Kürtlerin sürgün olarak yaşadığı bu sürecin doğrudan sorumlusu olan siyasî partilerden biriydi. CHP’nin 90’lı yıllarda çökmesi sadece Kürtlerin yaşadığı terör ve sürgünden kaynaklanmıyor şüphesiz. CHP’yi seçimlerde % 10’un altına çeken olgu bu partinin sosyal meselede de çökmesi, çalışan kitlelere tümden yabancılaşmasından kaynaklanıyor. Kürtler bu yıllarda sadece ekonomi ve sosyal politikanın Türkiye’de genel olarak çökmesinden değil, devletin terör karşısında can ve mal güvenliğini sağlamaktan uzak durduğu için CHP ve diğer iktidar partilerini sorumlu tuttular. Bu yabancılaşmayı CHP hâlâ siyasî bir yük olarak taşıyor ve aşmakta zorlanıyor. Zorlanması iki temel sebepten kaynaklanıyor. Biri şüphesiz Kürtler için de önemli olan sosyal meseleyi AKP’ye kaptırması yanında (bu konuya üçüncü yazımızda eğileceğiz), Kürtlerin temel haklarına kayıtsız olması ve klasik devlet refleksi ile yaklaşmasıdır.
CHP’nin Kürt meselesinde temel haklar sorunu
CHP’nin inanç özgürlüğü konusunda yaşadığı temel haklar ile ilgili kafa karışıklığını Kürtlerin temel hakları ile yaşadığını izliyoruz. Nasıl Müslümanların temel hak olarak gördüğü inanç özgürlüğünü-başörtüsünü CHP laik devlet için bir tehdit kaynağı olarak görüyorsa, Kürtlerin temel hak olarak gördüğü “anadilde eğitim” söylemini Türkiye’nin birliği için tehdit kaynağı olarak görüyor. Sözünü ettiğimiz mülakatta Kılıçdaroğlu Kürtçe eğitim için altyapının henüz oluşmadığını vurguladıktan sonra şöyle diyor: “Biz ilke olarak anadilin öğrenilmesine, kullanılmasına asla karşı değiliz. Ama eğitim konusunda ikili bir yapının sorun yaratacağını düşünüyoruz.” Kılıçdaroğlu “Çift dilli ülkelerin, örneğin Belçika’nın sorunlarını da görüyoruz.” diyor. Bu cümlelerden CHP’nin anadilde eğitim konusunda AKP’nin çok gerisinde, BDP’den ise çok uzaklarda olduğunu izliyoruz. Bu tutumu ile CHP hâlâ Kürtler için bir temel hak olan anadilde eğitime karşı olduğunu vurgulamakla kalmıyor, ülkenin bütünlüğünü inkâr politikasının devamı ile mümkün görüyor. Belçika örneği bu açıdan oldukça ilginç:
Belçika; Fransızca, Hollandaca ve Almancanın bölgesel uzantıları üzerine kurulmuş 1830 yılına kadar sömürge olan, üç dilli bir krallık veya tarihin tesadüfen ürettiği, milli bağlardan yoksun bir devlettir. Geçen yüzyılın başlarına kadar Fransızca devlet dili olmuş. Mahkemelerde Flaman sanıkların dil sorunu yaşadıkları için idama mahkûm edildikleri biliniyor. Şayet bugün Belçika hâlâ devlet olarak var ise, son yüzyılda Flaman ve Almanlara eğitimden tutun, yerel ve bölgesel hakları verdiği, toplumda şiddetin önüne geçici demokratik diyalog arayışını öne çıkardığı için var. Bu ülkenin en küçük bir siyasî gerilime dayanamayacak kadar zayıf temeller üzerinde kurulmuş olduğunu, Fransa, Hollanda ve Almanya arasında bölünmemesini, Avrupa’nın başkenti ve ekonomik gelişmiş ülke olmasını, Flaman ve Almanların temel haklarına cevap vererek sağladığını söylemek yanlış olmaz. Türkiye’de uygulanan baskı politikası Belçika’yı on yıllar önce haritadan silerdi. Zira bu ülkede dil sınırlarını harita üzerinde kara kalemle çizmek mümkün, Türkiye’de bu Kürtçe için imkânsızdır. Yine Kanada’da Fransızca konuşan ve Katolik bir kültürle yoğrulmuş Quebec bölgesinin neden hâlâ Protestan İngilizlerin etkin olduğu Kanada’dan kopmadığını, bağımsızlığını ilan etmediğini ve bugüne kadar gerçekleşen tüm referandumlarda bölge halkının Kanada’dan kopmayı reddettiğini CHP biraz daha yakından incelerse, AKP’nin niçin Kürtler tarafından seçildiğini de anlayabilir sanıyorum. CHP ne yazık ki çok kültürlü toplumların var olan ciddi sorunlarına işaret ederken, sorunların hâlâ inkâr politikası ile aşılabileceğini düşünüyor. Anadilde eğitimin özel okullarla sınırlandırılması veya havale edilmesinin Türkiye’nin dirliği ve birliği için sorumuz bir uygulama olduğunu bu yüzden göremiyor. CHP iki dilde eğitim veren, yani Türkçe yanında, Kürtçenin de ders dili olduğu okulları savunmalı idi. Kürtlerin “anadilin öğrenilmesi” diye bir sorunları yok, Kürtçe zaten anadilleri, bu dilde eğitim istiyorlar ve temel haklarına saygı bekliyorlar.
Toparlarsak; CHP Kürtlerin temel haklarına ve kültür, dil, sosyal ve siyasî kimliklerine saygı duyan bir politika geliştirmedikçe sadece Güneydoğu’dan değil, İstanbul’daki Kürtlerden de oy alması mümkün değildir. Zira Kürtlerin temel haklar konusundaki hassasiyetleri sadece salt politik talep değil, insan haysiyeti ile ilgili bir konudur. CHP’nin önemli bir bölümü bu olguyu göremiyor veya görmek istemiyor ve bu tutumu ile Kürtleri rencide ettiğini anlayamıyor.'''''