İktidar sahipleri, her gün ülkemizin hızla zenginleştiğine dair açıklamalar yapıyorlar. Son on yıla göre kişi başına düşen milli gelirin hızlı bir artışla 10 bin dolar seviyelerine geldiğini vurguluyorlar. Bense bu hamaset kokan açıklamalara sadece acı bir tebessümle eşlik ediyorum.
Çalışan insan sayısının dörde üçünün asgari ücretli olduğu gerçeği göz önüne alınırsa kişi başına düşen milli gelirin nasıl oluyor da 10 bin dolara çıktığını söyleyebiliyorlar. Asgari ücret 10 bin doların 20 de biri…
Bu ülke hızla zenginleşirken varoşlarda bu soğukta çorapsız okula giden, akşam bir tas sıcak çorbaya hasret çocuklar var. Daha dün okullar açılalı iki ay olmuş defter alamamış üç kardeşin trajedisine şahit oldum...
Bu mudur zenginleşen Türkiye'nin manzarası? Siz bırakın Çemişgezek'in bir köyünü Anadolu Aslanlarının, yerli sanayinin en gelişmiş kentlerinden biri olan Çorum'un varoşlarında ki yaşanan yoksulluğu bilir misiniz? Dört çocuklu bir annenin okula giderken bazı günler beslenme çantasına kuru bir dilim ekmek dahi koyamadığını gördünüz mü? Ve o çocuklar karşısında nasıl ezildiğini hissedebildiniz mi? Ya o çocukların okulda arkadaşları arasında ki psikolojisini düşünebiliyor musunuz? Ülke zenginliği yoksulların azalmasıyla alakalı bir şeydir. Yoksullukla mücadelede önce vicdanda başlar. Vahşi Kapitalizmin uşaklarında vicdani bir olguya rastlamaksa imkânsızdır. Sistemin sorgulanma günüdür bugün. Hakça bir paylaşımın gündeme gelme günüdür bugün. Zenginin gittikçe zenginleştiği, yoksulun yoksullaştığı bir düzende toplumsal barıştan, adaletten, hukuktan, özgürlükten bahsetmek sadece milletle dalga geçmektir. Zenginin faydalandığı ülke nimetlerinden yoksulu dışlamak bu düzenin en büyük kahpeliğidir. Dünya ölçeğinde güç vatan toprakları üzerinde yaşayan insanların alım güçleriyle ölçülür. Beslenme çantasına ekmek koyamayan annenin ülkesinin gücü olur mu?
Ve siz ey ülkemin vicdan sahibi yurttaşları! Gelin bu kahpe, vahşi düzenin aç bıraktığı, ayağına çorap giydiremediği çocuklara hep beraber biz sahip çıkalım. Ulaşabildiğimizce yoksula ulaşıp bir tas sıcak çorbayı paylaşalım. Dertlerini derdimiz sayalım, vicdanlarımızı harekete geçirelim. Gün o gündür. Daha çok yazacak şey var ama bugünlük bu konuyu Yavuz Bülent Bakiler üstadın Sivas'ta Yoksul Çocuklar Şiiri ile bitirelim..
Sivas'ta Ulu Camii avlusunda çocuklar
Yalvaran gözlerle etrafa baka baka
Açıyorlar küçük esmer avuçlarını:
-Emmilerim sadaka! Emmilerim sadaka!
Hükümet konağının yanında biri
Bir kemik kalmış bir deri...
'Boya cila yimbes,boya cila yimbes' diye ağlıyor
Ve daha fırça bile tutamıyor elleri.
Garipler Pazarı’nda körpe çocuklar
Yorgunluktan güzelim yüzleri al al...
Öldüren bir çığlık dudaklarında:
-Bos hamal!bos hamal!bos hamal!
Nane satan su satan yetim çocuklar
Şarkı söyleyemediler güneşe aya...
Biliyorum ne masal dinlemeye doydular
Ne oyun oynamaya...
Bezirci'de,Yüceyurt'ta Altintabak'ta...
Çocuklar var incecik yüzleri nurdan
Ama toz toprak içinde elleri ayakları
Oyuncakları çamurdan...
Ve günahkâr çocuklar, suçlu çocuklar
Mahkeme salonunda bakarım dizi dizi
Bu suç bizim suçumuz, bu günah bizim
Affedin bizi.
Gökteki yıldızlar kadar sayısız
Ah yurdumun kimsesiz ve yoksul çocukları
Anladım farkınız yok koparılmış basaktan!
Alın bu gözleri benden, alın bu yüreği artik
Utanıyorum yasamaktan.
YAVUZ BÜLENT BAKİLER