Reklam

Ya otorite ayakta kalır, ya çeteler

Davutoğlu, Diyanet teşkilatının başta dini hayatın devlet tarafından kontrol edilmesi amacıyla ulusal bir yapı olarak örgütlendiğini, ama dini hayatı bu kalıp içinde tutmanın mümkün olmadığını dile getirerek, dini hayatın bugünkü küresel ve bölgesel ihtiyaçları karşılayacak şekilde düzenlenmesi veya belli bir özgürlüğe kavuşturulması açısından Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yeni statüsüyle çok ciddi mesafe alınacağı kanaatinde olduğunu dile getirdi.

Ya otorite ayakta kalır, ya çeteler

Davutoğlu, Diyanet teşkilatının başta dini hayatın devlet tarafından kontrol edilmesi amacıyla ulusal bir yapı olarak örgütlendiğini, ama dini hayatı bu kalıp içinde tutmanın mümkün olmadığını dile getirerek, dini hayatın bugünkü küresel ve bölgesel ihtiyaçları karşılayacak şekilde düzenlenmesi veya belli bir özgürlüğe kavuşturulması açısından Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yeni statüsüyle çok ciddi mesafe alınacağı kanaatinde olduğunu dile getirdi.

Ya otorite ayakta kalır, ya çeteler
05 Eylül 2014 - 10:50

Ülkenin çevresinde dini hayatla ilgili ve din-siyaset ilişkisinde bu kadar dinamik ve gerilimli bir ortam yaşanırken Türkiye'de dini hayatın hem özgürleşmesi, hem özerkleşmesi ve karşılıklı saygının daha da kökleşmesine ihtiyaç duyulduğunu belirten Davutoğlu, "Bu, toplumsal barışın olmazsa olmaz şartıdır" ifadesini kullandı.

"Bu oyunu bir daha Türkiye'de oynayamazlar"

Davutoğlu, hukuk ile silahlı güç arasında doğabilecek ilişkinin en tehlikeli yatay ilişkilerden biri olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:

"Bu sefer emniyet içinde bir yapıyla yine silah gücüne sahip olan yargı içindeki bir yapı arasında yatay bir iletişim, etkileşim doğmaya başladı. Biz bunu açıkçası başta doğal bürokratik seyir içinde bir abnormalite olarak görülmüyor, normal bir etkileşim, bunlar nihayetiyle birbiriyle ilişkisi olan... İlişkisi olmak ayrı bir şey, karar verirken birbirleriyle etkileşim içinde, bir ortak projenin parçası haline gelmek ayrı bir şey. Ben geçen gün Yargıtay Başkanı, Danıştay Başkanı ile, bugün de Sayıştay Başkanıyla görüştüm. Bütün üst yargıyla konuştum ve Yargıda Birlik Platformu ile görüştüm. Onların her birine şunu söyledim, 'Hakimin ve savcının hükmünü verirken yalnız başına ve vicdanı ile kalabilmesi lazım'. Eğer hakim veya savcılar, savcı bir soruşturma yürütürken, hakim bir karar verirken bir networkün parçası olarak vermeye başladığında kendi vicdanıyla baş başa kalması mümkün olmaz. Biraz önce Mehmet Bey'in söylediği mahalle baskısı bir başka türlü işlemeye başlar."

Su terazisini anlatan bir risaleden çok etkilendiğini, bu risalede bir varoluş felsefesinin anlatıldığını aktaran Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Dediği şey şu, 'Senin zihninde bir adalet mefhumu yoksa, bunun varoluşsal bir değeri yoksa, bunun toplumsal bir karşılığı yoksa o terazinin bir faydası olmaz. Şimdi teraziyi eline alan hakim, ona bakmak, onu tutmak yerine kendisine şu veya bu şekilde mesaj gönderen bir başka ağabeyi, imamı ne derseniz deyin adına ya da emniyetteki bir dosyayı veya kendisine karşı dinleme üzerinden yapılabilecek bir şantajı düşünmeye başladı. Bu olduğu anda adalet, devlet kalmaz. Bizim bu konuda kararlı ve istikrarlı tutumumuzun sebebi, geçmişi bilmemizden. Böyle bir etkileşimin Osmanlı'yı nasıl çökerttiğini, Halaskaran Zabitan'dan 12 yıl içinde nasıl bir devletin bittiğini görüyoruz biz. Bu oyunu bir daha Türkiye'de oynayamazlar. Nasıl ki geçmişte silahlı kuvvetlerin, bütününü tenzih ederiz ama içindeki bir cunta veya yapılanma, yargıyla işbirliği içinde değişik darbelere meşruiyet zemini oluşturmuşsa bu sefer, polis üzerinden dinlemeler suretiyle insanların en mahrem alanına girerek, yargıyla iletişim içinde böyle bir korku ülkesi yaratılmasına izin veremezdik. Bu networkü fark edip, hissettiğimizde Sayın Başbakanımızla aralık ayından sonra, hatta bu o zaman da başlamadı. Biz 7 Şubat'ta alarm aldık. O gün ben, Sayın Hakan Fidan çağrıldığında Başbakanımızla İstanbul'da birlikteydim. Haber geldiğinde, ilk istişaremizde şunu demiştik, 'Bugün eğer Başbakanlık makamına bağlı olarak çalışan, siyasi iradenin talimatıyla hareket eden MİT Müsteşarı, gidip bir savcının önünde hesap vermek durumunda bırakılırsa bir daha siyasi güç kullanamayız'. Çünkü oraya çağrılan MİT Müsteşarı değildir, oraya çağrılan MİT Müsteşarı'na o görevi veren Başbakan'dır."

Davutoğlu, o günden itibaren kararlı bir tutum sergilediklerini hatırlatarak, "Öylesine bir network, kendi içinde işleyen bir mekanizma kurulmuştu ki, 17 ve 25 Aralık süreçlerine kadar gelindi" ifadesini kullandı.

"Ya otorite ayakta kalır, ya çeteler"

"Bizim meselemiz, cemaat, camia, hizmet ne derseniz deyin... Böyle bir yapıyla bizim meselemiz yok" diyen Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Onların kitlesiyle, bir kitle tabanı ve oradaki samimi insanlarla iç mesele, savaş değil bu. Bu mesele, halktan ve çoğu belki o kitle içindekilerin de oylarıyla iktidara gelmiş olan ve meşru bir siyasi güç kullanan otoriteye karşı yargı ve emniyet etkileşimi üzerinden demokrasinin kılıcını bu otoriteye karşı kullanmak isteyen güçlerdir ve bu konuda herkes, kesin olarak emniyet içinde olsun. Bir daha hiç kimse, şu veya bu gerekçeyle insanların mahrem alanına giremeyecek, bir korku tüneli oluşturamayacak. İki sene önce neredeyse turlar düzenleniyordu Pensilvanya'ya gitmek için. Çok mu sevdiklerinden? Şimdi anlıyoruz ki herkes, 'Acaba benim hakkımda bir dosya mı var? Acaba bir gün, bir polis benim kapıma dayanır mı? Acaba polisin topladığı bir materyal, dinleme üzerinden yargıya bir şey intikal eder de bir şeyle karşı karşıya kalır mıyım' diye kendini teminat altına almak için Pensilvanya'ya gitmeye başladıklarını şimdi görüyoruz. Bir daha bu ülkede kendini teminat, emniyet altına almak isteyenler, yurt dışına gitme ihtiyacı hissetmeyecek."

Esas meselenin bir devletin varoluşu olduğuna dikkati çeken Başbakan Davutoğlu, "Dış politika alanında da MİT tırları vesaire... Bir ülke kendi ulusal çıkarları için aldığı kararları uygularken, eğer dışarıdaki bir yapı içerideki işbirlikçileriyle bu uygulamaların önüne set çekerse ya o siyasi iradeyi kullanan otorite ayakta kalır ya bu çeteler ayakta kalır. İkisinin iç içe yaşaması mümkün değil. Bu kararlılığı söylerken, Sayın Cumhurbaşkanımız da dile getirirken, şahsi bir meseleyi taahhüt ediyor değil. Biz de herhangi bir şekilde öfkeyle bunu söylemiyoruz. 'Ya biz, ya onlar' demiyorum, ya bu devlet ve bu devleti halktan aldığı iradeyle yöneten siyasi iktidar ayakta kalır ya bürokrasiyi bu şekilde ele geçirenler ayakta kalır. Bunu ben Yargıtay Başkanı'na da Danıştay Başkanı'na da ifade ettim" diye konuştu.

HSYK seçimlerinin 2010 referandumunun sonuçlarından biri olduğunu belirten Davutoğlu, şöyle dedi:

"Hepimiz cansiperane bu 2010 referandumunu savunduk. Neden? Çünkü yargıda bir elit tabaka içinde dönüyordu bütün şeyler ve yargının geniş kitleleri buna katılamıyorlardı, seçimlere, yapılanmaya. Biz istedik ki herkes seçime girsin ve yargı mensupları bir toplumun en saygın mensuplarıdır, en doğru hükmedecek muhakeme kabiliyeti en yüksek insanlardır, en doğru insanları seçerler, HSYK toplumun bütün renklerini barındırır, daha önceki yapının aksine. Bu iyi niyetle yapılan bir referandumdu. Ne oldu? Anayasa Mahkemesi dedi ki tek oy kullanılmaz, blok liste çıkacak. Bir baktık, bu sefer tek bir renk hakim olmaya başladı. Muhakeme kabiliyetine en çok güvendiğimiz ve tek başına karar verebileceğini düşündüğümüz bu hakim ve savcılarımız, bir yerden gelen bir talimatla bir blok listeye oy veriyorlar. Öyle olunca, bu sefer yargı tek bir ekolün hakimiyeti altına giriyor. Buna kimsenin hakkı yok. Böyle bir şey olursa o yargı otoritesini kullananlar, diğer toplumun her kesimini dışlarlar. Bunlar, size yakın da olsa tehlikedir, size uzak olsa da tehlikedir. Bu tehlikeyi göremeyen muhalefet partilerine söylüyorum. Böyle bir yapının oluşturacağı dikta en acımasız dikta olur çünkü nihayet bir dikta karşısında hukuka sığınırsınız, hukuk ararsanız ama hukukta böyle bir yapı olduğunda..."

Yargıda Birlik Platformu üyelerinin kendisini ziyaret ettiğini hatırlatan Davutoğlu, "Randevu istediler görüştük. Aralarında sosyal demokratlar var, aralarında milliyetçi olanlar, muhafazakar olanlar var, şu kesim var, bu kesim var, Sünni var Alevi var, herhangi bir destek beyanı anlamında söylemiyorum onlar kendi çalışmalarını yürütürler ama beni ümitlendiren bu kadar renkli bir topluluğun bir araya gelmiş olması. Niye bir araya geliyorlar? Çünkü onların her biri farkındalar ki eğer kim olursa olsun bu, kime yakın olursa olsun, dini ya da din dışı olsun, hiç önemli değil, bir grup böylesine yargıyı tekeline alırsa yargının en önce yargının diğer mensupları mağdur edilecekler, hakları gasp edilecek" dedi.

"Tevhid Selam diye bir örgüt üretildi"

Yargı mensuplarına seslenen Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Şunu söylemek istiyorum: Tek başınıza karar verin. HSYK seçimlerini yaparken de tek başınıza karar verin, hükmederken de tek başınıza karar verin. Adalet sayısal olarak dağıtılmaz. 2010 referandumu bunu öğretti. Sayısal bir temsil her zaman adalet getiremiyebiliyor. Neden? Çünkü bir kolektif, arada bir başka çalışma bunu değiştirebiliyor. Bizim bu konudaki kararlılığımız açık ve nettir. Çünkü söz konusu olan bizim bekamız veya siyasi iktidarımız değil, söz konusu olan, milli iradenin bekası ve milli iradeye dayalı devletin yapısının sürmesi. Bu son operasyonlar niçin bu yapı içinde, çünkü o network.... Bakınız; Tevhid Selam diye bir örgüt üretildi. Dinlemeler üzerinden yapılanları biliyorsunuz. Birbirleriyle alakasız insanlar irtibatlandırıldılar. Ulaşamadıkları kişilerin, devlet büyüklerinin danışmanlarını o listeye koydular. Benim danışmanlarım da içinde. Bir örgüt şeması çıkartılıyor ki Türkiye meğer bir başka ülke tarafından işgal edilmiş, hepimiz de o ülkenin ajanlarıyız. Peki bu halk niye bizi tercih ediyor? Bu halkın iradesi nerede? O anda da biz o zikrettikleri ülkeyle özellikle başka komşu ülke içinde ciddi bir siyasi görüş ayrılığı içinde, rekabet halindeyiz. MİT Müsteşarımıza dönük olarak hem IŞİD'i örgütlüyor hem de İran yanlısı(!) Hiçbir mantığa sığmayan şeyler niye yapılıyor? Birincisini şöyle yorumlamıştık biz; bürokraside birisi semirdiği zaman, büyüdüğü zaman gücünü artırmak ister, böyle şeyler geçmişte de oldu, bazen localar üzerinden bazen şu yapılar, bazen bu yapılar üzerinden menfaat umanlar da onlara yakın olanlar da bir yere gelmek istediler. Hani bu mazur görmek anlamında değil ama iç bir mekanizma ama Türkiye'nin stratejik geleceğini tehdit edecek şekilde siz bu ülkeyi dünyanın her yerine şikayet etmeye başlarsanız ve bu içerideki hamlelerle kendi Emniyetiniz içindeki bir unsur tarafından yürütülen bazı operasyonlarla bunlar birleştirildiğinde nihayi bir sonuca ulaştık ki burada hedef alınan ne sadece Sayın Erdoğan'dır, ne MİT Müsteşarı'dır ne şudur ne budur, burada hedef alınan Türkiye'nin 12 yıl içinde biriktirdiği enerjidir, güçtür."

Geçen 12 yıla rağmen hala "eski Türkiye'yi "özleyenlerin, eski Türkiye'yi geri getirmek için çaba sarf eden bazı dış bağlantıların olduğunu, bu sözüyle bir ülkeyi kast etmediğini belirten Davutoğlu, "O dışarıdaki bağlantılar, isim isim şimdi gözümün önünden geçiyor. 90'lı yıllada, 28 Şubat döneminde bir selam verdiklerinde Ankara'da iktidar değişiyordu. Aynı isimlerin şimdi perde gerisinde olduğu bazı odaklar ile Türkiye içinde samimi dini hislerle harekete geçmiş insanların güzel sermayesi üzerinde yükselen bir güç, bürokratik bir link, ikisi bir araya geliyor ve Türkiye'nin 12 yıllık birikimini yok etmeye çalışıyor" dedi.

Gazeteci Mehmet Barlas da "Dershaneler olmasaydı hala uyuyorduk" ifadelerini kullandı.

Genelkurmay Başkanı Özel'in açıklamaları

Gazeteci Nihal Bengisu Karaca'nın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel'in 30 Ağustos resepsiyonunda yaptığı açıklamaları hatırlatması üzerine Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Genelkurmay Başkanımızla dün bunların hepsini konuştuk. Ben devlet hayatında, devlet mahramiyeti vardır ne konuştuğumuz bizi ilgilendirir ama devlet hayatındaki 12 yıllık tecrübemizde de herkes bilir hiçbir şeyi kapalı kapılar ardında devlet yetkilileriyle konuşurken gizlemek kanaatinde değilim. Zamana yaymak hiç doğru değil. Yanlış olan bir şey varsa masaya konur, açık ve net şekilde konuşulur. Hiçbir zaman bunu yapmadım. Yani Başdanışmanken de görüşlerimi açık bir şekilde ifade ederdim, Dışişleri Bakanıyken de. Kamuya görüşlerimi mümkün olan netlikte ifade ettim. Devlet mahremiyeti içinde kapalı kapılar ardında konuştuğumuzda da gördüğüm tabloyu açık bir şekilde ortaya koyarım. Dolayısıyla Sayın Genelkurmay Başkanımızla da ilk görüşmemde bütün bu konuları son derece açık bir şekilde konuştuk. Bundan sonra da konuşacağız. Gerek çözüm süreci gerek diğer hususları. Mesele sadece bu konu değil esas itibariyle devletin geleceği anlamında hepimizin arzu ettiği temel misyon, hedef Türkiye'nin müreffeh bir ekonomiye, sağlam bir demokrasiye ve çok güçlü bir stratejik zemine sahip olması. Bunun içinde ordu da vardır, istihbarat da vardır, diplomasi de vardır? Türkiye ölçeğinde bir ülkenin çok güçlü bir ordusu olması lazım, çok sağlam bir emniyeti, polis teşkilatı. İç güvenlik bu kadar karmaşık bir coğrafyada dikkat ediniz yine de emniyet ve güvenlik teşkilatlarımız öylesine etkin bir mücadele yürütüyor ki, bir taraftan içerdeki bir çeteyle uğraşıyorsunuz, bir taraftan da asayişi tehlikeye atmıyorsunuz."

Türkiye'nin, Avrupa'daki asayişi en iyi olan ülkelerden biri olduğunu ve bunun kurumların oturmuşluğunu gösterdiğini ifade eden Davutoğlu, "Birileri bu kurumların içine nüfuz ederek Türkiye'nin gidişatını şöyle değil de böyle yönlendiririz derlerse biz onları kurumların dışına her türlü tedbiri alır çıkartırız ve deriz ki, çıkartın bu kimliklerinizi, bürokratik vasıflardan soyunun, çıkın demokrasi arenasına. İşte 2015 seçimleri var. Şimdi bu tür hesaplar içinde olanlara söylüyorum. Siyasi rakibimiz olacaklarını bile bile söylüyorum. Bürokratik kimliklerinden çıksınlar, siyaset kimliğine bürünsünler. Gelsinler karşımıza, dolaşsınlar bizim gibi 81 vilayetin her yerini. Anadolu'nun o güzel nasırlı elli insanlarıyla, mis gibi kokan, o terli insanlarla kucaklaşsınlar, hissetsinler onların sıcaklığını, alsınlar oylarını gelsinler Türkiye'yi nereye götürmek istiyorlarsa denesinler, götürsünler ama halk onlara yüz vermez. çünkü halk bu gidişatı görüyor."

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Yolsuzluk dosyaları 17 Aralık'ta tam da 30 Mart seçimlerinden 3 ay öncesine kadar niye bekletildi? Niye bir dinamit gibi toplanıp, dinamit etkisi yapsın diye toplumun ortasına atıldı?" dedi.

Başbakan Davutoğlu, TRT Haber ve Spor Yayınları Dairesi Başkanı Nasuhi Güngör'ün moderatörlüğünde gerçekleşen özel yayında yaptığı konuşmada, yolsuzluklar konusunda en net mesajları AK Parti'nin 1. Olağanüstü Kongresi'nde verdiklerini ve yolsuzluklara asla tolerans göstermeyeceklerini belirterek, şunları kaydetti:

"Ama bu yolsuzluk dosyaları 17 Aralık'ta tam da 30 Mart seçimlerinden 3 ay öncesine kadar niye bekletildi. Niye bir dinamit gibi toplanıp, dinamit etkisi yapsın diye toplumun ortasına atıldı? Onların istedikleri gibi hani 'dönemin Başbakanı' diye Sayın Cumhurbaşkanımıza atıfta bulundular ya, o olsaydı ve 1 Ocak'ta bir koalisyon hükümeti, bir geçiş hükümeti kurulsaydı şu anda Türkiye nerede olurdu? Onlara bu iktidara bırakırlar mıydı? Bu çeteler bir piyon. Bu paralel devlet bir piyon. Onlara da bırakmazlar bu iktidarı. Onlar üzerinden Türkiye'yi türbülansa sokacaklardı ve dizlerinin üstüne oturtmaya çalışacaklardı. Türkiye ve biz, AK Parti'nin gücü burada, öylesine onların bürokraside networku kuvvetliyse bizim de halk içinde... AK Parti üyelerinin toplamı, seçmenlerin yüzde 17,5'i."

AK Parti'nin milyonlarca insanı meydanlarda topladığını aktaran Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Konya'da gözüm yaşardı. Oy vermeye gittiğimde bir dede iki bastonuyla, eğilmiş bir şekilde merdiven çıkıp sandığa varmaya çalışıyordu. Elinden tutum. Biz o insanın, o 93 yaşındaki dedenin hukukunu çiğnetir miyiz? O dedenin hukukunu çiğnemek isteyen birisi nerede oturursa otursun ister Pensilvanya'da, ister başka bir yerde. O dedenin hukukunun emanetini biz devralmışız, bunu birine verir miyiz? Sonra ben o dedenin yüzüne, belki bir daha seçime kadar ya yaşar ya yaşamaz, nasıl çıkıp hesap veririz ahirette? Siyaset yapmak isteyen çıkartacak. Üniformasını çıkartacak askerse, polisse üniformasını çıkartacak, din adamıysa dini kisvesini, çıkacak meydana 'Ben şöyle bir Türkiye için' diyecek. Bize desinler, siyaset meydanında desinler, emin olun hiçbir şey demem. Dese ki bunlar 'Tevhid Selam diye bir örgüt, ben daha iyi bir örgütle bu ülkeyi şuraya götürürüm', çıksın söylesin ama bürokrasi üzerinden bizim emrimizdeki bürokrasi üzerinden, bizim talimatımızla hareket etmesi gereken emniyet müdürleri üzerinden, bizim talimatımızla yönetilmesi gereken bir asayiş düzeni üzerinden devlete karşı, bir devleti idare edenlere karşı bir soruşturma yürütüp, kendince bizim üzerimizde bir oyunla aslında Türkiye üzerinde oyun oynamaya kalkarsa, yargıda birileri de bunlarla paralel hareket ederse biz o linki keseriz. Şimdi operasyonlarla yapılan şey, temel itibariyle bu irtibatın koparılmasıdır."

"Ben başbakanlığımı yaparım, cumhurbaşkanı cumhurbaşkanlığını"

Adli yıl açılış törenine gitmemeleri ve kendisi hakkında "emanetçi başbakan" gibi ifadeler konusuna da değinen Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Türkiye'de kurumsal işleyiş vardır. Ben başbakanlığımı yaparım, cumhurbaşkanı cumhurbaşkanlığını. Ne emanetçi psikolojisiyle yaparız bu görevleri ne de birbirimizle fırsat arayanlara fırsat veririz. Böyle bir şey olmaz. Kimse bunu beklemesin. Yani bu senaryoyu bekleyenler var ama şunu da ifade ediyorum. Cumhurbaşkanımıza saygı gösterilmeyen bir yerde biz olmayız. Cumhurbaşkanlığı makamı bir kişiye saygı gösterilen yer değil, bir halkın ortak iradesine saygı gösterilen makamdır. Cumhurbaşkanımızın makamına bir yerde saygı gösterilmezse ben Başbakan olarak orada bulunmam. Bunu herkes net bilmeli ama akşamleyin Yargıtay Adli Yıl Resepsiyonu'na katıldık. Burada da şu mesajı vermek için katıldık. Bizim meselemiz yargı camiasıyla değil. Bizim meselemiz Türkiye'deki o gerçekten taşrada değişik yerlerde kan ter içinde, bu halka adalet dağıtan, o anlı öpülesi eğer gençlerse, bizim yaşlarımızdaysa kucaklanması gereken hakimlerimizle, savcılarımızla değil. Biz onlara güveniyoruz. Onların ihtiyaçları neyse karşılanır. Onların daha özgür karar verebilmeleri için ne gerekiyorsa yapılır. Bu konuda da yürütme yargıya herhangi bir baskı uygulamaz. Yürütmenin şu andaki başındaki, bu temsil emanetini almış kişi olarak söylüyorum. Hiçbir şekilde yürütmeden yargıya baskı gelmez ama yargı içinde bir grup çıkıp yargının diğer kesimine baskı kurmak için örgütlenirse, sonra da topluca yürütmeyi ve yasamayı Demokles'in kılıcı gibi kontrol altına alırım derse buna da pabuç bırakmayız. Bunun için ümit ediyorum 12 Ekim'deki HSYK seçimleri inşallah yargı mensuplarımızın o temiz vicdanlarının sonucunda bir kararla, hepimizi rahatlatan bir sonuç ortaya çıkar."

"AK Partili bir HSYK olsun demiyoruz"

HSYK'da yalnızca bir grup olmasını istemediklerini kaydeden Davutoğlu, "AK Partili bir HSYK olsun demiyoruz, aksini söylüyorum. Gördüğümde o platformdan, belki başka platformlar da var, onlar da randevu isterse onlara da verirdim. Hepsiyle konuşurum ama sosyal demokrat görüşlü, farklı siyasi akımlara mensup, aralarında Alevisi, Sünnisi olan o toplumu görünce ümitlendim. Toplumda ne renk varsa gelsin ama hükmünü verirken o renkleri yansıtamaz o hükme. Hükmünü verirken tamamen vicdanıyla verecek. Mezhebini unutacak, dini kimliğini o anlamda unutacak, etnik kimliğini unutacak, insan olarak bir başka insan hakkında hüküm verecek ama yargıyı toptan idare etmek, birlikte idare ederken rengin hepsinin olması lazım. HSYK böyle bir yapıyla olmaz da tek renkte olursa işte o zaman tuzun kokması olur. Siyasette problem olursa biz yargıya başvuracağız, ekonomide problem olursa yargıya başvuracağız. Peki yargıda problem olursa nereye gideceğiz? Onun için herkesin başını iki elinin arasına alıp ben nasıl bir Türkiye özlemi içindeyim, nasıl bütün vatandaşların güven içinde olacağı bir ülkeyi kurabilirim diye düşünmesi, özellikle de muhakemelerine güvendiğimiz yargı mensuplarının bizi 13 Ekim'de yeni krize değil aksine yeni bir ufka taşımaları lazım. Biz yeni Türkiye için yeni hakimlere güveniyoruz, savcılara güveniyoruz. Onların anlayışlarına güveniyoruz" şeklinde konuştu.

"İnsan kaynağının yeniden inşası için eğitim yapımızın güçlenmesi lazım"

Davutoğlu, konuşmasının son bölümünü eğitime ayırdı. Ekonomide ikinci atılımı hedeflediklerini ifade eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Bizim doğalgazımız, petrolümüz yok ama insanımız var. Her şeyden daha kıymetli insan. İkincisi de cari açığı ve enerji açığını ortadan kaldıracak şekilde coğrafyamızı Kuzey Irak'taki petrolü getirmek de dahil olmak üzere etkin kullanmamız lazım. İnsan kaynağının katma değerini artırmak demek eğitime yatırım yapmak demek. Onun için özellikle programın o kısmına bakmanızı rica ederim, bizzat ilgilenerek, 'Özellikle bunu koymanızı istiyorum' dediğim bir bölümdür, kongrede de bunun üzerinde durdum. İnsan kaynağının yeniden inşası için eğitim yapımızın güçlenmesi lazım. Muazzam bir değişim yaşandı eğitimde. Her yerde çok geniş arazilerde üniversiteler kuruldu. 177 üniversitemiz var. Biz iktidara geldiğimizde 75 veya 76'ydı."

Üniversite sayısındaki niceliksel artışı niteliksel devrime dönüştürmeyi hedeflediklerini kaydeden Davutoğlu, "Niteliksel devrimin de esası öğretim üyesidir ve öğretmendir. Bana en kötü okulu verin, iyi bir öğretmen verin size mükemmel talebeler çıkartırız" diye konuştu.

Öğretmen ve öğretim üyesi niteliğinin artırılmasını hedeflediklerini belirten Davutoğlu, maaşların ve özlük hakları açısından bu mesleklerin cazip hale getirilmesi gerektiğini ifade etti. Davutoğlu, bu konuda Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ile görüştüklerini kaydederek, "1 Ekim'de ilk atacağımız adımlardan birisi üniversite öğretim üyelerimizin özlük hakları veya hayat şartlarını düzeltecek her türlü tedbiri almak" dedi.

Yükseköğretimin yeniden yapılanması konusunu da meseleleri içeriden bilen bir öğretim üyesi olarak, ilk mesele olarak ele alacağını kaydeden Davutoğlu, bu konuda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile de görüştüğünü, devrimsel mahiyette çalışmalar yapmaya niyetli olduklarını bildirdi.

YORUMLAR

  • 0 Yorum