Burdur'un bir köyünde dünyaya geliyor Fidan. Erkek çocuk beklentisi ile doğupta sevilmeyen bir evlat. Babaanne dede büyütüyor. Daha doğrusu büyütmek zorunda kalıyor.
Adı Fidan ama öyle fidan gibi biri de değil. Hafif tıknaz ve kısa boylu bir kadın. Annesi doğum sancılarına tarlada fidan dikerken yakalanınca ve doğumu da hemen oracıkta yapınca adı eni konu düşünmeden konuyor.
Daha doğuştan kadersiz kara kız ite kaka, zar zor on dört yaşa getirilip, ilk talip olan aday ile evlendiriliyor. Resmi nikah da değil üstelik. Zaten mümkün mü? Bir imam, iki şahit, al sana imam nikahı! Oysaki okuyup hemşire olmak istiyor Fidan. Ama hayır deme şansı var mı? Tabi ki yok.
On beşine vardığında oğlu dünyaya geliyor henüz aklı sokakta, oyunda iken. Yıllar geçiyor... Koca hayırsız. Kumar oynuyor. Bizim kız, kendine işlememiş ama gelin olacaklara kanaviçeler işliyor. Parada kazanıyor az buçuk. Sayıyor kocanın o kırılası ellerine paraları. Dayak desen var, hakaret keza. Birgün kapı çalıyor bir adam beliriyor karşısında. "Kocan seni bana sattı diyor" Fidan'a!!!
Nasıl yani!
Kumarda masaya parayı koyamayınca seni verdi bana , diyor kaşının birinde derin yara izi olan adam ağzının suyunu akıtarak.
-Körolası nerde ki diyor öfkeyle haykırarak, Fidan.
-Bırak laflamayı, çekilde içeri gireyim, yıka ayaklarımı, diyor Osman.
-Ahhh, adı batasıca Osman...
Fidan... Kadersiz Fidan, kaynar sular dökülüyor başından. Yok öyle bir şey, olamaz diyor. Diyorda köy yeri malum.
"Sana iftira atarım, burada barınamazsın" diyor adam. Yeni sahibi ne de olsa. Eski sahip çoktan terkediyor köyü onlarca borçla.
Esir bir yaşamın içinde koskoca on yıl, her anı ayrı bir hikaye. Oğlu en az anası kadar çile çekiyor. Yediği dayaklar öyle böyle değil garibin.
Adam kansere yakalanıyor on yıl sonra. Çilesi dolacak derken adam ölmesine ölüyor ama kimsesiz sandığı kocasının üç kardeşi olduğu ortaya çıkıyor. Nasıl çıkıyor derseniz adamın taksisini satmak isteyipte satamayınca on yıl sonra bu gerçekle yüzyüze kalıyor.
Kardeşlerden biri musallat oluyor Fidan'a. Zırt pırt kapıya dayanıyor. 'Kardeşimin evine geldim" diyor. Gel zaman git zaman başa çıkamıyor, tasını tarağını toplayıp İzmir' e kaçarcasına göçüyor. Kısa süre sonra alma düşüncesi ile oğlunu dede evine bırakıyor istenmesede....
Fidan çok işler yapıyor İzmir'de. Ev temizliğinden tutunda,.. Şimdi on yıldır Alzheimer hastası bir kadına evlattan öte bakıyor. Bu on yılın da ayrı zorluklarını göğüslüyor. Başka alternatifi olduğu halde bırakamıyor. Neden diye sorulduğunda "Ben bıraksam altı aya kalmaz ölür" diyor. Kıyamıyor yani.
Oysaki on yıldır emek verdiği bu evde kendi yattığı odada dahil olmak üzere kameraların kendini izlediğini bilerek yaşıyor. Bilfiil yirmi dört saatini geçirdiği, özgürce ayağını bile uzatamadığı bu iş yaşamında yinede şükrediyor biliyor musunuz.
- Ben inatçıyım. Pes etmeyeceğim,
diyor.
On yıl vadeli kredi ile aldığı bodrum katındaki evinin borcu bittiğinde artık çalışmayacak, oğlunu da yanına alıp, evinin kadını olacak Fidan...
Peki oldu mu? Bilmiyorum.
....
Bir akşamüstü Susuzdede Parkında rastlamıştım ve tekerlekli sandalyede "Anne" dediği Alzheimer hastası kadının sırtını okşayarak ceketini giydiriyordu Fidan. Ben ne güzel şevkatle bakıyorsun annene dediğimde işte bu hayat hikayesi çıktı karşıma. Hemen ardından pandemi girdi hayatımıza. Bir daha da hiç görmedim talihsiz kadını...
Sonunu bilip, güzel şeyler yazmak isterdim oysa ki...
Lafın özü, sözün sonu, yaşam kimine göre hayli kolay olsada çoğu kişi için zor. Kadın için çok daha zor. Ülkemizin hala acı gerçeği. Özellikle kırsal kesimler kimbilir bilmediğimiz ne çok acı hikayeyi barındırıyor bağrında.
Efendiler! Kıymayın kadınlara...
Sevgiyle kalın, esen kalın
Belgin Koçer
YORUMLAR