Hoppala! Bu da nerden çıktı diyenlerinizi duyar gibiyim. İçinizden bu kelimeyi hiç duymayanlar olduğu gibi, tahminde bulunanlarda çıkacak elbette.
Evet çoğunuzun yanılmadığını düşünüyorum bu kelimenin empati kelimesinden türediğini tahmin ettiğinizi.
Peki size empat mısınız diye sorduğuma göre tam anlamıyla bir tarif yapalım o zaman. Bir kişiye empat dediğimizde, iletişime geçtikleri insanların duygularını hisseden ve birebir yaşayanları kast ediyoruz. Bu noktada iletişim halinde iki insanın eşduyumundan yani arkadaşlıktan öte duygudaşlıktan bahsetmek daha doğru olur. Lafın kısası karşı tarafın yaşadığı olayları içselleştiriyoruz.
Gelelim yaşamda ne kadar empatıza. Hani hep empati kuran bir birey olduğumuzu düşünür, karşımızdakinin sevincini ve özellikle üzüntü ve acılarını önemsediğimizi, duyumsadığımızı karşı tarafa hissettirmeye çalışırız ya, işin aslı öyle midir acaba?
Bence değil. Sağlıklı düşünen bireylerin gerçek anlamda empat olması bana göre mümkün değil. Olaylar karşısında iletişimde bulunduğumuz kişinin yaşadıkları, hissettikleri ve tepkileri üzerine empati kurmaya çalışır, hatta çabalarız, ancak hiçbir zaman o kişi ile aynı derinlikte olamayız. Eğer olunuyor ise ki bu fevkalade zor empat olan kişinin ruhani dengesi tartışılır olur.
Yaklaşık beş, altı yıl önce kurmuş olduğum "Çocuklarımız İçin El Ele Dayanışma Grubu" vasıtasıyla ziyaret etmiş olduğum bir çocuk hastanesinde, üç dört farklı rahatsızlığı olan ve yaşamını uzun süredir yatakta geçiren bir çocuğun annesine güya teselli vereceğim ya! "beterin beteri var, seni anlıyorum" demiştim. Ne talihsiz bir teselliydi bu... Sonra sonra utandım. O kocaman yürekli anne bana dedi ki,
- Bundan daha kötü ne olabilir ki...
Sustum... Dilim kitlendi... Ağzıma sığmadı bir an...
Sonra sonra düşündüm eni konu. Empati diye adlandırdığımız, hissettiğimizin empati kurmak olduğunu sandığımız şey başka bir şeydi.
İletişim halinde olduğumuz kişilerin sevincine bile çoğu insan gerçek anlamda ortak olamıyor günümüzde. Bazen kıskançlıklar, bazen neden ben değil o gibi hazımsız duygular ön plana geçiyor. Tabi bunlar perdenin arkasındaki duygular. Oysa ki perdenin önünde gülümseyen yüzünüzle takındığınız rolün hakkını vermeye çalışıyorsunuz.
Sevinçlerinizde karşınızdan gerçek samimiyeti hissedip, hissetmemeniz çok önemli değil belki de. Sonuçta mutlusunuz. As olan mutlu olmak çünkü...
Ya acılarda, üzüntülerde yalnızsanız. Karşınızdaki kişi/ler empati kurduğunu hissettirmeye çalışsada aslında üzüldüğü şeyin biran kendisi için geçerli olduğunu hayal edip yine kendi için endişelenmesi değil mi!
Acı ama gerçek olan tek şey, hayatta herkes yalnızdır dostlar. Yaşamınıza birileri girer, gitmesi gerekiyorsa gider, trene binen, inen yolcular misali. Siz yaşamınızın lokomotifi olarak duraklarda inenleri uğurlar, binenleri ağırlarsınız. Ta ki yolunuz bitesiye kadar.
Hal böyleyken kendinize iyi bakın derim
Her sabah uyandığınızda "Canım kendim" diyerek sarın, sarmalayın bedeninizi... Sizi sizden daha iyi anlayacak kişi yok çünkü.
Sevgiyle, esen kalın...
Belgin KOÇER
YORUMLAR