Elimizin altında duran dünyayı çoğu zaman yüzeysel bir bakışla, sadece görünen yönüyle algılarız. Gözümüzle görebildiğimiz, kulağımızla işitebildiğimiz şeylerin ötesinde kalan, sessizce varlığını sürdüren derin bir dil var aslında. Bu dil, doğanın ve evrenin kalbinden gelen, insan ruhuna dokunan bir fısıltı gibi. O fısıltıyı işitebilmek, görünenin ardındaki incelikleri hissetmek için yüzeyin altındaki bu derinliğe kulak vermek gerek.
Yaşam, her anında ve her detayında bize bir şeyler anlatır; ama çoğu zaman bu sessiz mesajları kaçırırız. Bir ağacın yapraklarında esen rüzgar, bir derenin kayalara çarpan sesi, yıldızlı bir gece göğünün sonsuzluğunda yankılanan bir huzur vardır. Bunlar, doğanın bizimle konuşma şeklidir; sadece gözle değil, kalple dinlemek gerekir.
Doğanın bu dili bize anları kaçırmamayı, derin bir huzuru hissetmeyi ve yaşamın her detayında anlam bulmayı öğretir. Belki de yalnızca durup sessizliği dinlemek, o anın içinde kaybolmak yeterlidir. Çünkü doğa, hepimize farklı hikayeler fısıldar; ve bazen en derin anlamlar, sessizliğin içinde saklıdır.
Yaşamın görünmeyen yanlarını keşfetmek, anı derinlemesine yaşamak ve kendimizi doğanın diline bırakmak, bizlere dinginlik ve içsel bir uyum sağlar. Bu dili duymaya başladığımızda, yaşam sadece yaşamakla kalmaz; içsel bir yolculuk, duygu dolu bir hikaye haline gelir.
UZMAN EĞİTİMCİ PSİKOLOG
Erdal ATAKLI
YORUMLAR