Gülnur İpin Harbek

Gülnur İpin Harbek

Uzman Klinik Psikolog
  • Instagram

GÖKÇEN EFEM

30 Ağustos 2022 - 17:44

Kırsal yerleşim yerleri, bulundukları bölgenin fiziksel özelliklerini, yöre halkının kültürel değerlerini yansıtıyor ancak kırsalda yaşam standartlarının düşmesi, hızla gelişen teknoloji, geniş aileden çekirdek aileye geçiş, sanayileşme, şehir merkezlerinde istihdam ve eğitim olanaklarının artması gibi nedenlere bağlı olarak şehirlere göç vererek nüfus kaybediyor. Kent mimarisi ve korunması için yapılan çalışmalar kadar Türkiye’de hızla yok olmakta olan tarihi köy mimarisi eserlerin, geleneksel kırsal yerleşimlerin belgelenmesi, bilgilerin kullanılabilir hale dönüştürülmesi ile son yıllarda koruma kapsamında.
Doğduğum yer Ödemiş için söyleyecek çok daha fazla şeyim olmalı bu konuda diye düşünüyorum. Hele son ziyaretim olan Gölcük Yaylasında karşılaştığım manzaralar sonrasında.
Batı Anadolu’da, Küçük Menderes Havzası’ndaki Ödemiş ilçesinin adı eski tarihi belgelerde Otamış olarak geçiyor. Tarih boyunca yörenin kültür merkezi Birgi iken, havzada eşimin ailesi gibi Ödemiş'in yerlisi Yörükler  ve yaylak_kışlak hayatı yaşayan Türkmenler 17 yyda bugünkü Ödemiş ilçesinin olduğu yerde yerleşik yaşama geçmiş, 19. yy.’da Birgi, kültür merkezi özelliğini Ödemiş’e bırakmış. 93 Harbi sonunda Balkanlar’dan ve Kırım’dan gelen Türk ailelerin bir kısmı da Ödemiş’e yerleşmiş. Ödemiş’te Belediye teşkilatı ve kaymakamlığın kurulması ile Osmanlı Dönemi’nde Aydın’a bağlı olan Ödemiş, Cumhuriyet Dönemi’nde İzmir’e bağlı bir ilçe haline gelmiş.
Gölcük Gölü ve Yaylası ise Aydınoğulları Beyliği, Osmanlı Devleti ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde devletin ileri gelen yöneticilerinin ilgi odağı olmuş.
Gölcük Yaylası, büyükşehirlerle ilgili Aralık 2012 tarih ve 28489 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 6360 Sayılı Kanunla yapılan idari düzenlemeye göre, İzmir ilinin Ödemiş ilçesinde, Gölcük ismiyle anılan mahallenin sınırları içinde yer almaya başlamış.
 


Gölcük Ödemiş ilçesindeki 17 yayladan biri. Bozdağlar üzerinde bulunan yaylaların Osmanlı dönemi tarihi belgelerinde genellikle “Bozdağ Yaylası” şeklinde adlandırılmış. Gölcük Yaylası, Bozdağlar üzerinde yer alan yaylaların en büyüğü ve coğrafi görünüm bakımından en çekici olanı.



Seyyah İbn Batuta seyahatnamesinde, beyliğin kurucusu Aydınoğlu Mehmet Bey'in yazlık başkent olarak kullanıldığı yayla yaşamına ve olaylara şahitlik etmiş, gözlemlerinden, yörenin geçim kaynağı olacak olan ceviz ağaçlarının gölgesinde Bargah denilen, ağaç kalasları ile üzeri keçelerle örtülü, tepesinde ışık ve hava girecek şekilde kurulan çadırlardan, serinliğin şiddetinden gece telef olan atından bahsetmiş.
Baykara, beylikler döneminin ünlü denizcilerinden Aydınoğlu Gazi Umur Bey’i anlattığı eserinde Bozdağların tertemiz havasını, kışları Menderes boylarında geçen hayatın çocuklarını sıhhatli ve güçlü kıldığını ele almış.  O zamanın şifa dağıtan coğrafyasında, bugün göl çevresine set olan betondan yürüme yolları gölü boğarken yansıttığı ısı ile gölün yaydığı serinliği nasıl da kırdığını, atalarımızın hikayelerindeki o buz gibi klima etkisi ile geceleri yorgan örttüren iklimini geride bıraktığımızı idrak etmek bu buluşmamızı acı verici hale getirdi.
Kâtip Çelebi, Cihannüma adlı eserinde Osmanlı şehzadelerinin yazın çıktıkları Bozdağ’daki mezralardan, büyük bostanlardan, bostana akan göl suyundan, gölde bulunan balık cinslerinden ancak halkın bu balıkları avlamadığından, çarşılardan, hamamlardan, namazgâhtan söz etmiş. Gölün kirlenen suyunda hangi balık türleri kaldı bilinmez ama av yasağında bile balık tutulduğu, ateş yasağına rağmen yakılan mangallar kadar şaşırttmıyordu. Havaya karışan karbonmonoksiti ciğerlerimize depoladık.
Bu yaylalarda uzun yaz günlerinde eğitim, ilim, sanat ve şölenlerin yanı sıra güreş ve binicilik gibi çeşitli etkinler Osmanlıdan bu yana süre gelmiş. Mangal yakmak sporu yok bunların arasında tabii.
Gölcük havzasının tabanında yer alan nispeten geniş alüvyal düzlük alanlarda patates, alacalı fasulye, mısır,elma, kiraz, erik, ceviz, kestane yetiştiriliyor. Hatta Ödemiş, sarı patates üretimiyle de bir marka.  Gölün çekilen suyu, havzası sulamaya ne kadar gücü yeter bilinmez.
Şimdinin manzarasından farklı olarak, göl seviyesinin zaman zaman yükselmesi ve içme suyu temin edilen kaynakların dağ diplerinde bulunması sebebiyle köylüler göl kenarında ev yapmayı düşünmezler, rüzgâr ve rutubetten korunaklı dağ diplerini, kuytu köşeleri seçerlermiş.
Prenses Otel'in ilk inşa edildiği yıllarda göl seviyesinin ilkbahar aylarında yükselmesi nedeniyle su içinde kalması bu duruma örnek.
Aslında Gölcük Gölü ve yakın çevresi, İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 16.10.1997 gün ve 6616 sayılı kararıyla Birinci Derece Doğal Sit alanı olarak belirlenmiş.  Daha sonra da İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 21 Ocak 2004 tarih ve 12352 sayılı kararı ile de İkinci Derece Arkeolojik Sit alanı olarak tescili yapılmış.
İbn Batuta yayladaki çadırlardan, Evliya Çelebi toprak ve kerpiç evler, kulübelerden söz etmiş. Yakın döneme kadar inşa edilen yayla konutlarında Menderes masifini teşkil eden şist, mikaşist ve az da olsa kuvarsit kayaçlar kullanılmış. Buna rağmen ve 2000’li yıllardan bu yana Gölcük Gölü çevresindeki mahallelerde ve Gölcük Yaylası’nda konaklama tesisleri giderek artmış. Yayla konutlarında inşa malzemelerinin türünde de önemli değişmeler meydana gelmiş. Son zamanlarda ise özellikle rekreasyonel konaklama için inşa edilen ikinci konutlarda demir, tarihi ve doğal mirasımız ile doku uyuşmazlığı yaratan çimento ve tuğladan taş yığını binalara aşina olmamız üzücü.
Prenses Otel, Göl kıyısında 1929 yılında Atatürk’ün istirahat etmesi için yapılmış. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nca tescilli Atatürk Evinin mülkiyeti İzmir İl Özel İdaresi’ne ait olup özel bir şirkete kiralanmıştır. Otelin mülkiyeti Zeytinlik / Gölcük Belediyesi’nden Ödemiş Belediyesi’ne geçmiştir. Hemen her yıl bazı spor kulüpleri otel ve tesislerinde kamp yapılıyor. Mahalleye yapılan en önemli projelerden biri olan belediyeye ait otel, restorasyon çalışmaları kapsamında yenileniyor. Ya göl kıyısında, Ödemiş ve İzmir Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile yapımı süren, bir taş yığını olan Gölcük otel için ne söyleyelim. Bina yerleşim yerlerine sırtını dönmüş göle karşı sefa yaparken arkasında duran kişi “binanın ardında göl varmış, ben görmedim ancak görenlerin yalancısıyım” deyip kendini avutmaya çalışır kanımca.



Ödemiş, hem Ege hem de Anadolu’nun gelenek ve göreneklerini bir arada taşıyor. Anadolunun efesiyle, Ege’nin zeybeğiyle…
15 Mayıs 1919'da Yunan Ordusu İzmir'e çıkarma yaptı. Türk milletinin 'millet olma bilinci'yle işgallere karşı kuva-yı milliye hareketini başlattığını dinliyoruz büyüklerimizden.
Kuvâ-yı Milliye’ye katılan meşhur zeybeklerden biri, Bedia Akartürk'ün türkülerine konu olan Halide Edip Adıvar’ın “Türk’ün Ateşle İmtihanı” kitabının kahramanı Ödemişli Gökçen Hüseyin Efe. Hikâyeye göre, arkadaşı Hacı Halil Ağa, Gökçen’e yazdığı mektupta, “Eskiden Osmanlı’ya karşı zeybeklik ediyor, kahramanlık yaptım sanıyordun. Zeybeklik yapacak zaman gelmiştir ve şimdidir. Memleketimizin bu acı hali yüreğini sızlatmıyor mu? Haydi bakalım gayrı iş başına… Anlaşmak ve yapacağımız işleri kararlaştırmak için bir yer göster!..” Bu mektupla Gökçen Efe yeniden Kuvâ-yı Milliye’ye katılma kararını almış. Sabahattin Burhan’a göre bu sürede Gökçen Efe, fidye için dağa bir tek kişi bile kaldırmamış, zaptiyelere kurşun sıkmamış ve devlet malına el uzatmamış.



Yurdumuzun düşman işgalinden kurtuluşunun zafer sevincinin ardından, İzmir ve Ödemiş kurtuluşunun 100. yılını kutlayacağız. Kuva-yi Milliye bilinci ile ülkeye sözde değil Gökçen Efeler gibi gerçekten zeybeklik ederek devletin malını, topraklarını, taşını, suyunu namerde harcartmadığımızda yüreğimiz yayla, yüreğimiz serin ve vatan toprağı gibi huzur dolu; kararlılığımız ve cesaretimiz ise geleceğimiz olur.
 
 

YORUMLAR

  • 1 Yorum
  • Şamil Baykal
    2 yıl önce
    Güzel bir derleme.. Emeğinize yüreğinize sağlık Gülnur Hanım...