İstakoz, yönetmen Yorgos Lanthimos 2015 yapımı, absürd sayılacak nitelikte kara mizah filmi, orjinal ismi The Lobster.
Colin Farrel'in ve Rachel Weisz'in başrolde olduğu distopik olan bu senaryoda, toplumda bekar olan kişiler tutuklanır ve belirlenen sürede kendilerinden partner bulmaları beklenir. Bu sürede eş bulamayanlar istedikleri hayvana dönüşür. Farrel, eş bulamadığı takdirde ömür boyu, aynı eşlr çiftleşen istakoza dönüşmeyi tercih etmiştir. Karşıt grup için ise çift olmak, aile olmak ve tek eşlilik, bireyselliğin önündeki tehdittir.
Bireylerin cinsel tercihlerinin geniş yelpazedeki cinsel kimliklerle çeşitlendiği günümüzde, neslin devamı için yüceltilen heteroseksüelite ve karşı cins ile romantik ilişkinin, karşı cinse olan aşk duygusunu hissetmenin ortadan kalkması, duygusuzlaşmanın beraberinde gelen aseksüelitenin cezalandırıldığı; hayvanların içgüdüsel olarak engelsiz yaşadığı çiftleşme ve üreme sürecine insanlığın ihtiyaç duyguduğunu ironik bir şeklide vurguluyor film. İnsan neslinin farklı dış etki ve kurgularla tehdit altında olduğu, android gibi duygusuz ve cinsiyetsizliğe doğru nasıl gittiği daha güzel anlatılamazdı.
İnsanlık yalnızca cinsiyetsizleştirilmiyor, globalleşen dünyanın ülke sınırları içindeki tarihi geçmişi, geleneği, ananesi, kültürül bakış açısının bir diğer kültürle arasındaki sınır kalkıyor. Cinsiyetler arası farkın kalkması gibi, şehirlerin koca plazalarla koca köprülerle çehreleri birbirine yakınlaşıyor. Şehrin geçmişine ait tarihi dokusu yokoluşa terkediliyor, modernizmin konforunun cazibesi ile.
İnsanoğlu dinsizleştiriliyor. Bilimin, modern ve seküler aklın sorgulamasına ihtiyacımız var tabii. Dinin, iktidar sahiplerinin güçlenerek halkın usa vuruk düşünmeden biad ederek boyunduruk altına girebilmesi için araç olarak kullanılması insanlığın büyük sorunu elbet. Din bir zümrenin, din adamlarının tekelinde, onun hizmetkarı olamaz. Ancak dinin sağladığı ahlaki bakış açısını, dinin sağladığı felsefi bakış açısını yaşamına geçirmiş halkları birbirine bağlayan bir güce sahip olduğunu aklımızdan çıkarmamaktan bahsediyorum.
Kurbanın kesilmesinin anlamı, amacı ve sonuçları olarak baktığımızda, dinin birleştirici gücünü, imeceyi, tokun açı doyurmasını, bizi bir arada tutan sofraların kurulmasını unutur oldu Y kuşağı ve bu kuşağın yetiştirdiği nesiller. Z kuşağı için zaten anlamsız bir rituel.
Kuşaklararası geçişle, dini inanç tercihleri dönüşümde. Dinin ibadet gerçekliğini yaşam tarzı haline getiren dindarlıktan, bir dine mensup doğma, mensup olmaya; oradan, tanrının ve tanrısal varlıkların, varlığının bilinemez olması kadar yokluğunun da kanıtlanamaz olduğuna inanan felsefi görüş olan agnostisizme; agnostik düşünceden din, peygamber inancı olmadan tanrının varlığına inancın olduğu deizme; deizm den tanrı tanımazlık ateizm geçiş var.
Son dönemlerde genç danışanlarım deist olan annesi, ateist olan babasının arasında kalmışlıktan kuruluş gibi din konusunda konuşmaktan kaçıyor. Dindarlığın algılanan katılığı ile agnostisizmin düşünce ve eylemdeki serbest dolaşım esnekliği arasında savrulan gençlerin yaşadığı da benzer. Asıl bana kalırsa en sorgulanası durum, çocuğunun dinle ilgili bakış açısı ile neye inanacağını şaşıran ebeveynin durumu. Şimdiye kadar neye inandığının farkında olmadan dini sorgulaması, önceki inanç sistemini bırakması. 'Ben kimim, neyim, hangi ulusa kültürel ve tarihsel geçmişe aitim' gibi sorulara yanıtta zorlanan, uzaydan gelmiş gibi, bellek kaybı yaşarcasına, bir diğeri ile benzer davranış örüntüsü gösteren prototip, tek tip androit insanların kendilerine gelmeleri, özlerine hayvani duygularına dönmeleri için lobster filmindeki gibi tecritlere ihtiyacımız olmasın sakın...
Bizi bir arada tutan nice kutlu bayramlara...
YORUMLAR