Lao Tzu diyor ki;
Bir insan, doğduğunda yumuşak ve güçsüzdür; öldüğünde, sert ve bükülmez. Bitkiler canlıyken yumuşak ve esnektir; öldüklerinde sert ve kuru. Bu yüzden sertlik ve bükülmezlik, ölümün yoldaşlarıdır, yumuşaklık ve narinlik hayatın yoldaşları.
Bu yüzden; bir ordu sertleşince savaşı kaybeder. Bir ağaç sertleşince kesilir. Büyük ve güçlüler aşağıya aittir. Narin ve güçsüzler yukarıya.
Hayat bir nehir gibi akıştır, başladığı ve bittiği yer belirgin olmayan bir sürekliliktir. Aslında bir yere ulaşmaz hep orada var olandır. Hayat için tek zaman şimdi ve tek yer burasıdır. Varılacak bir yerde, bir şey de yoktur. Ele geçirmeye, korunma çabasına, varma çabasına hiç ama hiç gerek yok.
Son iki yıldır salgın ve ardından ekonomik zorluklar, geleceğe dönük ağır enerjiler yarattı. Tüm Dünya mutsuzlukla sarmalandı. Ama yaşamsal akış sürekli değişmeye açıktır. Hiçbir şey başladığı gibi kalmaz.
Çünkü hayat kendisinden sakınılacak bir şey değil. Kirlenmeyi zihinler yaratır.
Aslında akış mükemmeldir, her şey olması gerektiği gibidir ve hayat tek başına görkemlidir.
Hayatı iki türlü yaşayabilirsin;
Onunla akabilirsin; o zaman sen de görkemlisin, bir zarafetin var, kavgan yok, mücadelen yok.
O zaman güzelsin; çocuksu, çiçek gibi, yumuşak; narin ve çürümemiş. Eğer hayatla akıyorsan bu inançtır. İnanç seni esnekleştirir, akmanı sağlar. Ve inançlı olmak akıştan ayrı olmamaktır.
İki olasılık var. Birincisinde, hayatla mücadele edebilirsin, hayata karşı özel hedeflerin olabilir. Ve bütün hedefler özeldir, bütün hedefler kişiseldir. Yel değirmenlerine karşı kendi gücünü ve dayatmanı sergilersin. Hayatı seni izlemesi için sürüklemeye çalışırsın ve farkındaysan sen küçük bir parçasın bu koca yaradılış da. Bu çok büyük parçada senin küçük mücadelen kaybetmeye mecburdur ve yenilgi zarafetini kaybetmene sebep olur. Sertleşirsin…
Mücadele sertlik yaratır. Savaşı gözünün önüne getirdiğinde düşüncesi bile gizli bir sertlik yaratır. Direnme her geçen gün kabuğunu sertleştirir ve bir koza gibi sarar seni.
Hedeflemek seni ayrı bir “ada” haline getirir. Büyük var oluş kıtasının bir parçası değilsindir artık. Geçmişinin getirdikleri ile beslenmeye devam edebilirsin ama aslında ölmeye başlamışsındır. Yeni bir ağaç büyük bir toprağa ihtiyaç hisseder, daha güçlü büyümek için.
Yaşam denen büyük var oluşta sadece akışta olmaya ihtiyacın var, parçası olmaya, içine kök salmaya. Yaşamın içine kök saldığın zaman yumuşaksındır çünkü korkmazsın. Korku sertlik yaratır. Korku güvenlik fikrini yaratır, kendini koruma fikrini yaratır. Ve hiçbir şey korku kadar öldürücü değildir; çünkü sadece korku düşüncesi seni topraktan ve köklerinden ayırır.
O zaman geçmişte yaşarsın; bu yüzden geçmişi bu kadar çok düşünüyorsun. Bu kaçınılmaz. Zihin ya geleceği ya geçmişi düşünür. Geçmiş; giden gitti, geri getirilemez. Niye kocaman bir zamanı yitip gitmiş bir şey için harcıyorsun. Bu hiç değişmeyecek. Takılıp kaldığında, akışı izleyemezsin. Şimdi şu anda olan çok manzara kaybolup gider.
Kendini güçlü kılmak için ise hep geleceği düşünürsün. Gelecek sana umut verir, geçmiş ise puslu bir pranga. İkisi arasındaki “şimdide” sonsuzluk var. Geçmişle geleceğin arasında ölüyorsun, yaşamıyorsun.
Bütüne güvendiğinde güçlenirsin. Teslim olduğun zaman bir anda yumuşarsın; çünkü sert olmaya ihtiyaç kalmaz. Hayatla savaşma çünkü hayat zaten güvenli. Egona teslim olursan güvensizlik hissedersin. Korunma içgüdüleri egonun oyunudur. Ego her zaman mücadele arar. Savaşacak bir şey bulamayınca kendini kötü hissedersin.
Hayatı yönlendirmeye çalışma, bırak hayat seni kendi yolculuğuna çıkarsın.
Savaşmadığın zaman hayat olursun.
Sevgiyle…
YORUMLAR