Gündemimizde yine bir karar adımı yine bir dönüm noktası. Sırtımızda yine geleceğimizin psikolojik baskısı. “Ha oldu ha olacak” derken ki süreçte, evlerde bir serinlik. “Ah oldu vah olamadı” derken ki süreçte, evlerde yine bir gerginlik.
Peki çocuklarla siyaset konuşulur mu?
Buna “evet” desem dibini boylayacak kadar içine dalacak sonunda ise madara olacak binlerce çocuk, buna “hayır” desem dünyasından bir haber adaletten haktan hukuktan demokrasiden uzak avare kopuk.
Biz değil miydik Atatürk’ün inkılaplarını sular seller gibi ezberleyip de otuzundan sonra çuvallayan nesiller.
Şimdi ben ne anlatayım bu çocuklara?
Peki ya siz ne anlatıyorsunuz çocuklara?
Siyasetin hangi yüzüne kurban veriyorsunuz onların masumiyetlerini?
Kendi dünyanızı kirlettiğiniz gibi kirletmiyor musunuz o çocukların geleceklerini?
Mağdur oldukları şey, patatesin soğanın fiyatı ama maruz kalması gereken şey, patatesin soğanın nasıl yetiştiğinin müfredatı.
Tersten yaşıyoruz biz hayatı!
Kendi kaygıları ve karamsarlıklarımızı yüklüyoruz o pırıl pırıl zihinlere…
Ve bekliyoruz bu zihinlerden üretken olmasını, mutlu olmasını, dinamik olup yenilik katmasını, kendini sevip özdeğerini korumasını, uluslararası platformlarda yer almasını, hayatın kıymetini bilip sevip saymasını...
Bekliyoruz çokça zor şeyi hayatlarını zorlaştırdıktan sonra kolaymış gibi yapmasını.
Siyaset ruh sağlığımızı bozarken yavaş yavaş, çocuklarımızı da koruyamıyoruz ve kaybediyoruz dengemizi gerek ailede gerekse toplumda.
Çok zor çok!
Umutlarını çalar gibi karamsarlığa salar gibi yükleme yapıyoruz hunharca.
Ve tekrar tekrar aynı döngüde çırpınıp duruyoruz.
Şimdi soruyorum size:
Çocuklara ne anlatıyorsunuz?
Siyasetin temizliğini mi? Taraf tutmanın eşitsizliğini mi? Siyaset tarihini ucundan kıyısından tutup da çekiştirip sofrasına meze yapmış bir toplumun evladına anlatacak kaç kelamı çıkabilir ki?
Şu durumda konuşulacak ancak bir kaç kavram olabilir onlar da; adalet, yalan ve demokrasi. Çocuklarla bu tanımları oturttuktan sonra günlük hayatta karşılaştıkları durumlar üzerine sohbet edip, kendisinin böyle anlarda neler yaptığı konuşulabilir.
Aksi takdirde hiç bir vatandaşın kendine sirayet etmediği duruşu evladının ruhuna da bulaştırmaya hakkı olabilir mi?
“Tabii ki hayır!”
Ben de öyle düşünmüştüm.
YORUMLAR