İstanbul, koca yürekli kocaman şehir… Sınırlarını zorladıkça zorlar topraklarının… Sınırsız şehir… İnsanlarını da kendine benzetir zamanla ve hızla…İstanbul’da yaşayan herkes kendi sınırlarını zorlar. Dayanıklılık testi gibidir, İstanbul’da bir güne uyanıp o günü bitirebilmek… Zamanla, mekanla, havayla, suyla, kendinizle, herkesle velhasıl her şeyle yarışırsınız bu koca yürekli şehirde… Yorulursunuz… Ama ertesi gün küllerinizden doğarsınız… İstanbul sizi mecbur bırakır kendine… Efsununa…
Sonra…
Sonra bir anda cesaret gelir. Kafanız atar… Tüm heyheyleriniz toplanır karşınıza, “Kalk!” der… “Gitmek gerek!” der. Zordur ama İstanbul’u bırakmak… Bırakabilmek… Siz fark etmeden sizi büyülemiştir çünkü bu şehir… Çöker üstünüze izin vermez kaçmanıza… Ama “heyheyleriniz” o kadar güçlüdür ki… Kopartırsınız bütün zincirlerinizi, gidersiniz…
Sınırları belli rahat şehir… Ne kendini kasar bir toprak öteye genişleyeyim diye ne de insanını yorar bir saat daha erken yol al diye… Keyfin, sakinliğin, “merhaba”nın, “günaydın”ın, selamlaşabilmenin, gülümseyerek gezebilmenin şehri…
Ve İstanbul’dan sonra İzmir… Önce her şey aynı gelir size. Günleri yaşamaya, şehrin insanlarıyla nefes almaya başladıkça aynılık yerini büyük farklara bırakır. Siz hız insanısınızdır, yetişmek önemlidir, vaktinde varabilmek, yürürken insanlara çarpmadan adımlayabilmek… Sizin hızınızın bu şehir için anlamsız olduğunu öğretir size İzmir… Çünkü her şey olacağına varır aslında. Geç kalmışsın, çok da önemli değildir bu… Kaşlarını çatarsın sokakta gezinirken, gerek yok der şehir, rahatla, bak her yol denize çıkıyor nasılsa… Gezmekse ruhunun en büyük meziyeti, bu kadar kolaya benden alasını zor bulursun der İzmir…
YORUMLAR