Zaman Makinesi
Merve Yiğit

Merve Yiğit

Zaman Makinesi

28 Ocak 2019 - 13:57

Geçenlerde bir zaman makinesi icat ettim ve çocukluğuma gittim… Sokaktayım… Ertesi gün tekrar bir gideyim, dedim. Yine sokaktayım… Sonra birkaç kere daha denedim ve hep sokaktayım… Acaba dedim “sokak çocuğu” muydum ben?! Yok öyle değil, akşamları ziyaret ettim çocukluğumu evdeyim ailemle… Sonra biraz oyalandım çocukluğumun sokağında… Öyle şimdiki gibi hemen her mahallede olan parklar bahçeler neredeee! Oyuncak deseniz hey gidi hey! Taş, toprak, ip ve bir ihtimal top… Bağırış çağırış… Koşuşturma… Kan ter içinde sokaktan eve sesleniş: “Suuuuuu!” ya da “Acıktııııımmm!” Asla eve girmeyiş… Akşam karanlığı çökmeden ya da büyükler işten eve dönmeden o eve hiçbir kuvvetin sizi sokamayışı…

 Sokaklar cıvıl cıvıl… Kaldırım denilen, şimdilerde işlevini tam olarak çözemediğimiz “şeyler” boş ve geniş… Oyunumuzu, oyun alanlarımızı gasp edecek arabalar yok… Peşimizde koşturacak, her girdiğimiz deliği kolaçan edecek, her konuştuğumuz kişiye dik dik bakacak vs vs bir ebeveyn de yok… Sadece arada bir evlerin camlarından bir baş uzanıp “Çok terleme evladım… Acıktın mı? Topunu alma oğlum çocuğun! Kızım onu da alsanıza aranıza aaa! vs. vs.” gibi seslenişler duyarsınız… O kadar…
Zaman makinemle gittiğim çocukluğum… Ortalama yirmi yıl öncesi… Sokaklarımız… Seslerimiz… Oyunlarımız… Ve enerjimiz…
***
Şimdiki zaman… Ah şimdiki zaman… Neyle çekimleniyordu şimdiki zaman eylemleri… “Koşuyor, zıplıyor, tırmanıyor, bağırıyor, …” Yok yanlış oldu, şöyle sanırım artık: “Oturuyor, oturuyor, oturuyor,…” Çekimde değişen yok, eylemler mi sabitlendi sanki… Ya da eylemsizlik… Bakıyorum şimdi şöyle bir sınıfıma, sokaklara… Çocuklara, çocuklarımıza… Bitmeyen bir oturma eylemindeler… Ne zaman bitecek bu eylem diye sormaya korkuyorum, utanıyorum. Cevapları biliyorum çünkü… “Sınav var! Şu kadar soruyu, şu kadar günde çözmem gerek! Yetiştirmem gereken ödevler var! vs vs” Susuyorum, susmayı tercih ediyorum… Tercih etmek zorunda kalıyorum, bırakılıyorum… Benim şimdiki zaman eylemlerim ne kadar çok değil mi, çaresizlik adına?!
Peki arada –varsa- kalan boş zaman da ne yapıyorlar? Bilgisayar… Elbette tablet… Tartışmasız telefon… Hiç girmeyeceğim şimdi “harikalar diyarı”ndan gelmiş bu üç muhteşem “canlı”ya… Sonra…
Peki enerji… Ne oluyor o, hele ki ergenlik dönemindeki, her an patlamaya hazır enerji? Patlıyor, hem de çok güzel… Nasıl mı? Yerli yersiz… Hiç olmadık zamanlarda, hiç olmadık şekillerde, sözlerde, davranışlarda… Sonra o enerji, “muhteşem” pedogojik kaidelere göre “davranış bozukluğu, hiperaktivite, dikkat dağınıklığı, odaklanamama, vs vs” gibi popüler kaçış noktalarına dönüşüyor… Bu paralelde çözümler üretilmeye çalışılıyor… Geçici sonuçlar elde ediliyor bir dahaki patlama anına kadar…
Peki daha küçükler… Biz mesela, eğer parka çıkacaksak önce “güvenli” bir park bulmalıyız şehrin ortasında… Evet “güvenli”… Ne demek “güvenli park” peki? Girelim mi bu konuya, en detayına kadar, en mide bulandıran inceliklerine kadar, en insanlığımızdan uzaklaştıranına kadar?... Gerek var mı? Yeterince girilmedi mi zaten bu konulara, hayata bakışımızı değiştirecek kadar… Sonra peki güvenli bir park bulduktan sonraki aşama, temiz bir park bulabilmek, nispeten temiz… Sonra ideal bir bekçi vasfına bürünebilmek… Çocuğundan her saniye gözünü ayırmama becerisine sahip olabilmek… Aynı zaman da üçüncü, dördüncü, beşinci vs gözünüzle etrafı kolaçan edebilmek, gelebilecek tehlikelere karşı… “Ah çok korumacısın annem be, serbest bırak çocuğu, özgür büyüsün!” mü dediniz, pardon duyamadım. Bir daha söyleseniz, aynı kelimelerle, aynı vurgularla… Neyse sonra tüm bu şartlar, beceriler sağlandıktan sonra belki fiziksel olarak değil ama zihinsel olarak yorucu bir park gezisinden eve dönülür… Anne ve çocuk sözde tatmin olmuştur, enerji bırakılmıştır “sokağa”… Günün “güvenli” geçmesinin verdiği iç huzurla bir dahaki park şartnamesini düşünene kadar rahatsınızdır…
***
Çok uzar bu yazı… Ah hem de nasıl uzar… Hele hem öğretmen hem de anneyseniz “anlatsam roman olur”a bağlarsınız… Romana gerek yok şimdilik bir kıssadan hisse yeter sanırım…
***
Bindim zaman makineme, çocukluğumdayım şimdi… Sokakta… İp atlıyorum… Top peşindeyim… Alnımdan terler, içimden neşe saçıyorum. Çocuğum… Gerçekten çocuğum… Çocukluğumu kazıyorum büyüdüğüm sokak duvarlarına… Büyüdüğümde her geçişimde o sokaktan neşeyle, özlemle hatırlamak için o günleri…
***
Döndüm "-yor"lu zamanlara... Sınıftayım şimdi… Karşımda deli gibi soru çözen ve küçücük kutulara –hayatın şifresini bulmuşçasına- işaretleme yapan çocuklarım, çocukluklarını optik okuyucuların dünyasına teslim edip büyüyorlar. İleride dönüp bakınca bugünlerine hatırlamak için yorgunluklarını, büyüsü kaçmış çocukluklarını...

YORUMLAR

  • 2 Yorum
  • Safiye İrem Cangül
    5 yıl önce
    Kaleminize sağlık. Bugün güzel bir söze denk geldim. Sanırım şuna benzer bir şeydi: Hayat geçmişi düşünerek anlaşılır, geleceğe bakarak yaşanır diye. Sizin zaman makinesine binip geçmişi anlayacağız ki, hem kendimize hem çocuklarımıza yaşanılası bir gelecek inşaa edeceğiz
  • Esra çiçekler
    5 yıl önce
    Kalemine yüreğine sağlık olsun..senin ne kalemin kırılır,ne kalbin bozulur,bende bindim şimdi o zaman makinesi ne ve çok değil yirmi yıl gittim öncesine