Geçenlerde bir zaman makinesi icat ettim
ve çocukluğuma gittim… Sokaktayım… Ertesi gün tekrar bir gideyim, dedim. Yine
sokaktayım… Sonra birkaç kere daha denedim ve hep sokaktayım… Acaba dedim
“sokak çocuğu” muydum ben?! Yok öyle değil, akşamları ziyaret ettim çocukluğumu
evdeyim ailemle… Sonra biraz oyalandım çocukluğumun sokağında… Öyle şimdiki
gibi hemen her mahallede olan parklar bahçeler neredeee! Oyuncak deseniz hey
gidi hey! Taş, toprak, ip ve bir ihtimal top… Bağırış çağırış… Koşuşturma… Kan
ter içinde sokaktan eve sesleniş: “Suuuuuu!” ya da “Acıktııııımmm!” Asla eve
girmeyiş… Akşam karanlığı çökmeden ya da büyükler işten eve dönmeden o eve
hiçbir kuvvetin sizi sokamayışı…
Sokaklar cıvıl cıvıl…
Kaldırım denilen, şimdilerde işlevini tam olarak çözemediğimiz “şeyler” boş ve
geniş… Oyunumuzu, oyun alanlarımızı gasp edecek arabalar yok… Peşimizde
koşturacak, her girdiğimiz deliği kolaçan edecek, her konuştuğumuz kişiye dik
dik bakacak vs vs bir ebeveyn de yok… Sadece arada bir evlerin camlarından bir
baş uzanıp “Çok terleme evladım… Acıktın mı? Topunu alma oğlum çocuğun! Kızım
onu da alsanıza aranıza aaa! vs. vs.” gibi seslenişler duyarsınız… O kadar…
Zaman makinemle gittiğim çocukluğum…
Ortalama yirmi yıl öncesi… Sokaklarımız… Seslerimiz… Oyunlarımız… Ve enerjimiz…
***
Şimdiki zaman… Ah şimdiki zaman… Neyle
çekimleniyordu şimdiki zaman eylemleri… “Koşuyor, zıplıyor, tırmanıyor,
bağırıyor, …” Yok yanlış oldu, şöyle sanırım artık: “Oturuyor, oturuyor,
oturuyor,…” Çekimde değişen yok, eylemler mi sabitlendi sanki… Ya da
eylemsizlik… Bakıyorum şimdi şöyle bir sınıfıma, sokaklara… Çocuklara,
çocuklarımıza… Bitmeyen bir oturma eylemindeler… Ne zaman bitecek bu eylem diye
sormaya korkuyorum, utanıyorum. Cevapları biliyorum çünkü… “Sınav var! Şu kadar
soruyu, şu kadar günde çözmem gerek! Yetiştirmem gereken ödevler var! vs vs”
Susuyorum, susmayı tercih ediyorum… Tercih etmek zorunda kalıyorum,
bırakılıyorum… Benim şimdiki zaman eylemlerim ne kadar çok değil mi, çaresizlik
adına?!
Peki arada –varsa- kalan boş zaman da ne
yapıyorlar? Bilgisayar… Elbette tablet… Tartışmasız telefon… Hiç girmeyeceğim
şimdi “harikalar diyarı”ndan gelmiş bu üç muhteşem “canlı”ya… Sonra…
Peki enerji… Ne oluyor o, hele ki ergenlik dönemindeki, her an patlamaya hazır
enerji? Patlıyor, hem de çok güzel… Nasıl mı? Yerli yersiz… Hiç olmadık
zamanlarda, hiç olmadık şekillerde, sözlerde, davranışlarda… Sonra o enerji,
“muhteşem” pedogojik kaidelere göre “davranış bozukluğu, hiperaktivite, dikkat
dağınıklığı, odaklanamama, vs vs” gibi popüler kaçış noktalarına dönüşüyor… Bu
paralelde çözümler üretilmeye çalışılıyor… Geçici sonuçlar elde ediliyor bir
dahaki patlama anına kadar…
Peki daha küçükler… Biz mesela, eğer parka çıkacaksak önce “güvenli” bir park
bulmalıyız şehrin ortasında… Evet “güvenli”… Ne demek “güvenli park” peki?
Girelim mi bu konuya, en detayına kadar, en mide bulandıran inceliklerine
kadar, en insanlığımızdan uzaklaştıranına kadar?... Gerek var mı? Yeterince
girilmedi mi zaten bu konulara, hayata bakışımızı değiştirecek kadar… Sonra
peki güvenli bir park bulduktan sonraki aşama, temiz bir park bulabilmek,
nispeten temiz… Sonra ideal bir bekçi vasfına bürünebilmek… Çocuğundan her
saniye gözünü ayırmama becerisine sahip olabilmek… Aynı zaman da üçüncü,
dördüncü, beşinci vs gözünüzle etrafı kolaçan edebilmek, gelebilecek
tehlikelere karşı… “Ah çok korumacısın annem be, serbest bırak çocuğu, özgür
büyüsün!” mü dediniz, pardon duyamadım. Bir daha söyleseniz, aynı kelimelerle,
aynı vurgularla… Neyse sonra tüm bu şartlar, beceriler sağlandıktan sonra belki
fiziksel olarak değil ama zihinsel olarak yorucu bir park gezisinden eve
dönülür… Anne ve çocuk sözde tatmin olmuştur, enerji bırakılmıştır “sokağa”…
Günün “güvenli” geçmesinin verdiği iç huzurla bir dahaki park şartnamesini
düşünene kadar rahatsınızdır…
***
Çok uzar bu yazı… Ah hem de nasıl uzar…
Hele hem öğretmen hem de anneyseniz “anlatsam roman olur”a bağlarsınız… Romana gerek
yok şimdilik bir kıssadan hisse yeter sanırım…
***
Bindim zaman makineme,
çocukluğumdayım şimdi… Sokakta… İp atlıyorum… Top peşindeyim… Alnımdan terler,
içimden neşe saçıyorum. Çocuğum… Gerçekten çocuğum… Çocukluğumu kazıyorum
büyüdüğüm sokak duvarlarına… Büyüdüğümde her geçişimde o sokaktan neşeyle,
özlemle hatırlamak için o günleri…
***
Döndüm "-yor"lu
zamanlara... Sınıftayım şimdi… Karşımda deli gibi soru çözen ve küçücük
kutulara –hayatın şifresini bulmuşçasına- işaretleme yapan çocuklarım,
çocukluklarını optik okuyucuların dünyasına teslim edip büyüyorlar. İleride
dönüp bakınca bugünlerine hatırlamak için yorgunluklarını, büyüsü kaçmış
çocukluklarını...
YORUMLAR