"Bir yolcunun yolda yürüyebilmesi için,ufku görmesi yeterli değildir.Ufkun da ötesini görmesi gerekir" sözleriyle sıradışılığını farkettirirken;derin tarih biliciliğiyle bilincinin; tüm zamanların sonsuzluğunda 'milletinin' damga vuracağını baki kıldı...
Ebedi sanılan hani o katran karası düşmanlıklar; eriyip de gidiverir O'nun insaniyet ve hak şelâlesinin içresinde...
Eksik kalan hayatların uykusuzluğunda,usul usul açarken yediveren dostluk gülleri,
İrfan ordusuna sahip olduğumuzla millet olarak;kazandığımız zaferlerin neticelerini tadacağımızı bizlere önemle hatırlatır.
Hakiki insanlığın " bütün dünya milletlerinin saadetine hizmet etmeyi gerektirdiğini düşünürken,
Elinden gelenin en iyisiyle;en az kendi
Milletinin varlığı ve saadetine kıymet verdiği kadarıyla düşünür refahı ile huzurunu diğer ulusların da...
İsteniyorsa eğer devamlı surette bir sulh; alınarak milletlerarası tedbirler,vaziyetleri berkemal kılmayı tavsiye ederken,
Tüm insanları uzaklaştırarak kinden, terbiye edilmesi gerektiğini savunur açgözlülük ve hasetten...
Öyle ki,nerede bir üzüntü kol geziyorsa zulümün bekçiliğinde;
Elvermezdi gönlü bir türlü "bana ne?" edalarında, düşüverirdi yüzü alâkadar olurken o can'a, kendi canıymışcasına yanan firari yaralarında...
Bilirdi ve inanırdı ki yürekten; bu milletin fedâkâr evlâtlarının kahramanlıkları için, yoktu hiç bir ölçü!
Ne Avrupa da ne de Asya da, hatta medeni kanunumuzu aldığımız İsviçre de dahi yokken kadının seçilme ve seçme hakkı;
"Her güzel şey kadının eseridir" diyerek,keder rengi Türk kadınına bu hakkı ısrarla tanımıştı...
Güvenerek milletinin kadirbilirliğine ve vefakârlığına; kendi hürriyet ve haysiyetini serivermişti gönüllerinin her mevsim açan taç yapraklarına...
"Sizin için dikdatör diyorlar" sorusuna tatlı bir muhabbetle bakıp da uzun uzun müsamahalı gözlerle
"Çocuk ben gerçekten dikdatör olsaydım,sen benimle böyle konuşabilir, bana bu suali sorabilirmiydin?Sözleriyle verirken cevabını Maarif vekili Reşit Galip'e;
Başkalarının iradesine râm edenlerden hoşnut olmadığını belirtirken,kırarak bütün kalpleri korku hükümdarlığını kurmaktansa;
Kazandığı kalplerin sevgi sultanlığıyla yaşamanın asaletini ısrarla her dem vurgulardı...
Öyle ki;tarihimiz boyunca istiklâle ve hürriyete her daim timsal olmuş bir milletin edasıyla vurgulardı,
Ülkesine olan aşkının şiirini yüreğine yazdığı esmer yanlızlığında...
Mahrum kalırsa bir millet şayet bağımsızlığından;ne kadar müreffeh olursa olsun maddi zenginliğiyle;
Uşak olmaktan öteye gidemezdi karşısında insanlığın,kazanamadığı liyakat hakkıyla, en yüksek davranışlara...
Türk köylüsünün asaleti, sevgilerin en cömertiydi bu derin yolcunun acısı kalabalık yüreğinin ıssızlığında,
O asalete inanan insanların huzurlu bahtiyarlığında...
Nasıl da söylerdi düşündüklerini olduğu gibilirliğiyle sevdiklerine...
Lüzûmlu olmasa dahi o sözcükleri;
Taşıyamazdı bir türlü,harflerin heyelanlar oluşturduğu kalbinde,
Hani o ki samimiyet ve içtenliğiyle dökülüvermeliydi dudaklarından
Halk adamı olduğunun derin inancıyla...
Hastalığının en ağır olduğu devrede dahi tek dayanağı ümit ve neşe idi mürdüm dallarına astığı yanlızlığında,
"Asıl hüner mukadderin müspetini, menfisinden ayırabilmektir" derken yorgun tebessümüyle Baş yaveri Cevat Abbas Gürer'e;
Herkesin eridiği anlarda üzüntüyle,O ümitle sarılırdı mavi okyanuslara benzeyen gözleriyle, sonunun yaklaştığının vakurunda,ısrarla tutunarak hayatın kıyısına...
Muhakeme ederken her türlü vaziyetleri,alırken tedbirlerini; bir an dahi geri kalmazdı hakikati görmekten acı da olsa,keder de olsa olayların sonucunda...
Aldatmamız için kendimizi, ne lûzum ne de mecburiyet olmadığını düşünerek, ali cenap bir dost olmanın kişiliğiyle...
En büyük şefaat kaynağı ve korunma noktası,bilir ve inanırdı ki ancak SİNESİ'ydi aşk ile sevdiği milletinin...
Derin öngörülerinin sahibiyetiyle,bir çok sahada ilk ve cesur teşhisleriyle bir adım bir adım daha yol alırdı en zor krizleri atlatarak,ufkun ötelerini de görebildiğiyle kendi ülkesi adına...
"İstikbal göklerdedir" sözleriyle havacılıkta olduğu gibi içinden gelen sesleri kaâle aldığı sezgilerinde,
Uzak ötesi uzakların özleminde olan,kâinat mavisi gözleriyle...
Himaye ederken sanatkârları bütün imkânlarıyla koruyarak gönülden severken,
Tertiplenen sergilere ya ilk gün,yada son gün giderek, satın aldığı eserleri yakınlarına ve bakanlarına dağıtarak,
Teşvik ederdi sanatçıyı üretiminin devamlılığı adına ,sanatının sevdasında sancılı susuzlukları tattırmak istemediği aydınlık yarınlarında,
Şevket Dağ Hoca 1935 te açtığında sergisini, görünce o harikûlade eserleri gittiğinde sergiye en son gününde,
Hayret ile sordu teker teker herkesi
" tüm bakanlar ve başbakan geldimi üstad? "
Alınca ressamdan " Evet Atatürk" cevabını,
Hüzün rengi gülümsemeyle bakarak sanatçının yüzüne "Bu kadar bakan içerisinde, bir gören dahi olmadımı Hocam?"
Dönerek genel sekreteri Hasan Rıza Soyak' a
"Biz bu şaheserleri Çankaya'ya götürelim de, daha yakından seyredelim! " Hazan rüzgârlarının dokunduğu deniz mavisi buruk gözleriyle...
"Sanat ve sanatkârdan mahrum millet,tam bir hayata malik olamaz" düşüncelerini çivilediği çerçevesinde çehresini her daim hakikate boyadığı duruşuyla!..
YORUMLAR