Unuttuğumuz için hayıflanmayıp, hatırladığımız için asla...
Nalan Yılmaz

Nalan Yılmaz

Esintiler...

Unuttuğumuz için hayıflanmayıp, hatırladığımız için asla kibirlenmeyelim...‏

18 Kasım 2014 - 08:43

Bilincin denge üzerine kurulu yollarında; kalkmayı öğrenebilmek için, defaatle düşmeyi deneyimlemek gerekmez mi? Esfele safilun'un zaman zaman yalpaladığımız adımlarında..
Hani en önemli vazifelerimizin arefesinde unuttuğumuzla şükrümüzü,
Otururken, yürürken yada uzanırken uykulara mırıldanamadığımızla bir türlü en güzel isimlerini
Ve hatırlayamadığımızla yüceliğinin ve azametinin tefekkürüyle,
Sadece amelinden sorumlu olan avam denk midir ki; en ufak düşüncesinden dahi sorumlu olan havasa..
Biz zulüm ederken beşerliğimizin düşünceleriyle, bilmediğimiz boyutlarındaki sarfettiğimiz o sözcüklerin, haketmediğimizi sandığımız ne acılarını yaşarız...
Yada için için ettiğimiz duaların yakarışında, üzülürken kabul olmadığına dileklerimizin,
Üstümüze çöken felâketlerin sonucunda, o duamızın gerçekleşmesinin menzilindeki kudretin bir türlü farkına varamayız..
O'nun sırrının her bir varlıkta ve suretinde saklı olduğunun bilinciyle ancak, en mükemmel yansımaları mümkün kılarız....
Köle olmuşluğumuzla egolarımıza, tüm sırlarının eksik kıvamlarıyla, zehirli acılarında kıvranırız..
Tüm insanlığa lûtfedilen ve en mükemmel kalkan olan 'bilinci' kendi doğal giysimiz zannıyla nasıl da aldanıp, sürekli esirlikte ısrar ederiz hal değiştiremediğimiz beşerliğimizle..
Oysa açılabilmesi için dondurulmuş bilincimizin, kendimizi tanıyabilmeliyiz önce içsel yolculuğumuzun engebeli, kılıçtan keskin patikalarında...
Bilincin sonsuzluğundaki tedricen vardığımız duraklarında; durup da nefeslenirken aydınlığa doğru bir boyut, bir boyut daha atlarız..
Doğrunun doğruluğuna ulaşmanın imkansızlığıyla herbir arınmasında bu yolculuğun, daha üst boyutlarının en yüce vazifelerini tadabilirliğimizle,
Koşarken nice güzellikler peşinde, en eğitici tecrübelerini edinirken hayatın düşe kalka, ruhumuza nasıl da zerkini sağlarız..
Ve oturabilmesi için her bir tecrübenin kişiliğin derinlerine; belli bir zaman da, bir biçimlenme safhasının varlığında,
Bıraktığımız an kendimizi o akışa , kolaylaşıverir her şey şuursuzluğun şuurunda..
Elde edeceğimiz her bir idrak sırların sınırsızlığında, bir sonraki hayatlara hazırlandığımızın aşamalarıdır oysa..
İnşirah suresindeki " Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır muhakkak" ayetinin üstüste iki kere teyidliğini kavrayamayız, 'haklı' zannıyla direttiğimiz boş isyanlarımızın doğrultusunda..
Biz neyi ne kadar istersek isteyelim, varlık alemindeki her şey, O'nun Cabbar sıfatıyla gerçekleşirken,
Azametiyle Kudretinin karşısında ne kadar da küçücüklüğümüzü deneyimleyip, acziyetimizle eğilip bükülürken,
" Göklere ve yere isteseniz de istemeseniz de bir araya gelin dedik" ayetini bir kez daha hatırlarız...
Bazen bir zaman aralığında, içinden çıkamayacağımız sıkıntılarında yada anlam katamadığımız sevgisizlerin sevdalarında yoğrulurken yumak yumak,
Sahip olamadığımız ilimle eksik kalırız ve bir anda unutuveririz,
" Allah kişiye kaldırabileceğinden fazlasını yüklemez" hükmünün ışığını...( Bakara/286)
Oysa işleyebilsek idrakîmizin bize verilen tarafını fesadlığımızın yoksunluğunda ilmek ilmek,
Meleklerin bile önünde secde ettiği insan istese nazarıyla iradesinin, yerinden oynatır ne dağları, ne yıldızları , ne gezegenleri...
Zeyd' in saflığıyla uykularında kimin nasıl haşrolacağını görebilmesi gibi, bizde görebilirdik ihlâslı niyetlerimizin gücünü
Olmasaydık eğer hayallerimizi elimizde tuttuğumuzun umursamazlığında..
Olmasaydık eğer zaman ve mekanla sınırlı zihnimizin yakalayamadığımız sınırsızlığında...
Ve hazır olana kadar ruhumuz 'gerçek' olana, gördüğümüz herşeyin bir yanılsamadan ibaretliğinde,
Zamanlı mekanlarda terbiye edebildiğimizle hallerimizi hazmedebilmenin olgunluğunda,
İdrak ile ancak sahip olabildiğimiz sırlarında geçebiliriz, görünmeyen geçişlerin tokmağı olmayan kutsal kapılarından...
O yüce insanın ancak ' El- fakru fahri' ( yokluğum ve hiçliğim övüncüm ) sözleriyle açabildiği, ne kendi kimliği ile, ne resûllük sıfatıyla giremediği 'El Kulfa' köyünün kapılarından,
Biz kimiz ki?! Bedenlenmiş makamların göz boyayan yanlış haritalarında,
Sadece tevhid ile gelen anlayışla kavuşacağımız o kutsal kapıya cem edemediğimizle yapı taşlarını Kainattaki varoluşların,
Çözemediğimizle Ehadliğini, astral olanın görünendeki alametlerini işaretinin,
Nasıl yaşayabiliriz eğer aydınlıktan ayrı görürsek karanlığı ve acı veren karanlıkların aslında aydınlığın habercisi olduğunu..
Biz boyutundaki her şeyin aslında zıttı ile varolduğunu unutmasak,
Tüm ikiliklerin aslında bir olduğuyla, meyvelerini vereceğini, bilinebilmesi için 'tek'liğin, ikiliği doğurduğunu,
Ve iki tane ayrı ayrı tekin yanyana gelişinden ikiliğin oluştuğunu yadsıyarak herşeyi ayrıştırıyoruz...
Yaratılan herşeyin özündeki tekliği hissedemeyişimizin eksikliğinde; değerli değersiz, çirkin güzel diye yaptığımız ayırımlarla, aslında herşeyin ilâhi güzellikten meydana geldiğinin eşiğinden dönüyoruz...
Harisliğimizin ve kibirimizin doğrultusunda Şems' ten yansıdığını bir anda unutuverıyoruz...
Aslında kaderi bilmediğimizi her 'çirkin' deyişimizle bir kez daha dile getirirken,
Her birimizin bir 'mucize' oluşumuzun ışığını yine kendi kendimizin elleriyle örtüyoruz..
Oysa kaynağın güzelliğini indirmeyince gönüllerden, kahrı da lûtuf gibi özümsüyoruz..
Kötünün kötü olmadığının ayrımında varlığımızla, bütünün kendiliğini tadıyoruz..
Yaşadığımız en büyük mutlulukların, en kötü acıların lezzetinde geldiğini, maide sofrasının zenginliğinde,
Cebrail'in arındırdığı bedenimizle, sevgili habibinin nuruyla yıkanıyoruz..
Ve hazmedebildiğimizle başımıza gelen herşeye, ruhumuzun en zengin fakirliğini yaşıyoruz, bürünmüşlüğümüzle en derin sessizliğimize,
Hakikat deryasında ansızın, bir damla olduğumuzu hatırlıyoruz..!

YORUMLAR

  • 0 Yorum