Bu hafta din konusunu ele alacağım ve biliyorum ki bunun sonucu olarak birçok kişi de eline taş alacak, bana fırlatılmak üzere. Gardımı aldım. Bekliyorum…
Din nedir? Ne için vardır? Gönderilmiş midir? Uydurulmuş mudur?
Bunlar herkesin kafasında dolanan sorular. Bende ki cevaplar ise soruların gerçek cevapları değil benim naçizane yorumlarım.(nacizane sanırıdım ben oysa ki “Ç”yleymiş ;-)
Din nedir sorusuna yorumum; din toplum düzenini sağlayan kurallardır. Peki burada kanun ne işe yarar o zaman diye sormayacak mısınız? Elbette ki soracaksınız. Kanun da aynı amaca hizmet eder ama biraz daha mantıksal yaklaşır.
Şimdi taşlanacağım kısma gelelim. Benim mantıksal yaklaşımım ise toplumun düzeni bozulduğunda zeki ve inandırıcılığı yüksek biri, Hz. İsa, Hz. Muhammed gibi, daha iyi bir düzen sağlamak adına, insanların manevi noktalarına dokunarak uydurdukları kurallar topluluğudur din. Bu değerli insanlar adaletin, hoşgörünün ve eşitliğin cazibesini halka yaymak için, kimilerini cehennem unsuruyla korkutarak, kimilerini cennetin ödül olacağını garanti ederek ikna etmiştir.
Gel gelelim sonraki aşamalara. Her gelen bu kuralları kendi çıkarı için değiştirmiştir. Bir de kendi çıkarları ortaya çıkmasın diye insanları düşünmemeye zorlamıştır. Bizler de zaten beynimizi çalıştırmaya o kadar aciziz ki körü körüne inanmışız. Sorgusuz, sualsiz….
YARADANA ŞÜKÜRLER OLSUN ki yaratıcının verdiği beyni yasaklara rağmen kullananlar var. Sorgulayan, irdeleyen hatta bu uğurda ölümü göze alanlar var. Martin Luther bunlardan biridir. Üstelik kendisi de bir din adamıdır. Şimdi bu adam düşünmeye başladı diye zevkû sefa içindeki papazlar aferin oğlum sana mı dedi? Kilisenin zenginliğini baltalayan bu adamı alıp baş tacı mı yaptılar? Cevabı biliyorsunuz ;)
Elbette ki oda taşlandı:-)
Dinden aforoz edildi. Mahkemeye çıkarıldı. Ve o mahkeme de çok basit bir hamle yaparak papazları ‘şah ve mat’la tanıştırdı. Hadi bakalım ne olmuş;
Bildiğiniz üzere yüzyıllar önce kiliseler cennetten topraklar satıyorlardı. Cahil halk ise, “ölünce cennette yerimiz hazır olsun” diye bu oyuna alet oluyor, böylece papazlar ve kilise zenginleşiyordu.
Bunun bir kandırmaca olduğunu, cennetten toprak satın alınamayacağını söyleyen Martin Luther mahkemeye çıkarılmıştı. Yargı, o zamanlar da dini kullananların elinde oyuncaktı. Duruşma sırasında Martin yargıçlara seslendi;
“Milleti cehennemle korkutup, cenneti para karşılığı satıyorsunuz. Sıkıysa cehennemi satsanız ya?”
Yargıçlardan biri sordu: “Cehennemi kim alır ki?”
Martin Luther “ben alıyorum, neyse parası vereyim” dedi.
Yargıçlar cehennemi Martin’e bedava verdiler!
Duruşma sonunda Martin kapının önüne çıktı ve duruşma sonucunu merak eden binlerce kişiye seslendi:
“Cehennemi satın aldım, benimdir. Bundan sonra oraya kimseyi almayacağım, korkmayın!”
Cehennem korkusu kaybolan halk böylece kilise baskısından kurtulmuştu. Bundan sonra halk özgür beyinlere sahip olmaya başladı. Beyinlerimize zincir vuranlara asırlarca hizmet edecek bir ders olmuştu.
Velhasıl kelam ben inançsız biri değilim. Ama körü körüne inanan biri de değilim. İslamiyet temelinde hoşgörü ve mantık dinidir. Gel gör ki şahsi çıkarlar bu temelleri yerinden sarsmıştır. İsmini salavatla andığımız Peygamberimizin hoşgörüsünü, adaletini, merhametini örnek almıyoruz ama başımızı deli gibi kapatıyoruz, Kur’an da ne diyor bize diye merak etmiyoruz, bize ne anlatıyor diye sormuyoruz, “La hav le vela kuvveten” diyoruz.
Bir daha ve derinden söylüyorum ben inançsız biri değilim. İnanç; doyurulması gereken büyük bir açlıktır. Eğer bu açlığı doyurmazsak sapkınlıklara sebebiyet veririz. Bu nedenle ben mantık çerçevesi içerisinde İslamiyet’in güzel kaidelerine inanmayı tercih edenlerdenim. Yaradan’ın sözüm ona 7 kat kor alevlerde yakmadığına inananlardanım. İşlenen bir suçun ederi kadar cezaya denk geldiğini düşünenlerdenim. Ezan sesinden huzur duyanlardanım. Elini açıp herkes için dua edenlerdenim. ‘Mantıksal yaklaşımım’ diye bir açıklama yapmıştım ya yukarıda ki paragrafta, bir de benim duygusal yaklaşımım var. Her hangi bir bilim bana ruhu açıklayamadığı sürece ben inanç açlığımı İslamiyet’le doyurmayı tercih edenlerdenim. En azından benim sebeplerim var… Sizin de sebepleriniz var mı???
YORUMLAR