Biz insanlar yalnız yaşamayı pek beceremeyiz.
Hava gibi, su gibi bir şeydir bizim başka insanlara olan ihtiyacımız.
Gülerken, ağlarken, kızarken bile birinin eşlik etmesi bu duyguları pekiştirir.
Saymadığım diğer milyonlarca eylemde de hep birileri olsun isteriz yanımızda.
Bu ihtiyaç sosyal hayatın ve sosyal ilişkilerin icadına belki de binlerce yıl öncesinden kaynak olmuştur (Burada ‘icat’ kelimesini gerçek anlamında kullanmıyorum lütfen arada çatlak sesler çıkmasın.
Mecazi bir anlam yüklemenizi rica ederim)
İcat edilen sosyal ilişkilerin sınıflandırılması her baba yiğidin harcı değildir.
Buna bende dâhilim :)
Hiçbir şey bilmiyorsam haddimi iyi bilirim :)
Sınıflandırmak zor iş olsa da bu sosyal ilişkilerin içindeki temel rolleri alıp, görevlerini anlatmak şuan için beni zorlamasa gerek.
Anlatacağım bu roller; anne, baba, kardeş, eş, kayın anne, kayın baba, gelin, elti, görümce.... Anlayacağınız üzere genelde sıkıntı yaratan, aile kavramını yıkmaya da ayakta tutmaya da en fazla etkisi olan roller;)
Sizde benimle birlikte bu zorlu yolculuğa hazırsanız başlayalım.
Tabi sizden ricam anlatacaklarımın tümünü benim yaşantıma mâl etmeyin.
Biraz benden biraz sizden, yani demem o ki, her örnek bana ait değil, benden de çok uzak değil. Gördüklerim, duyduklarım ve biraz da yaşadıklarım. Tedbirler de alındığına göre o zaman başlayalım:)
(Roller çok, benim de söyleyeceklerim fazla ama gazete de ‘arsa’ değil ‘köşem’ var:) Bu yüzden bu rollerin devamını yazı dizisi şeklinde haftaya da kendimce açıklamaya devam edeceğim)
ANNE
Bu kelime yaşamın kaynağı gibi benim gözümde. O yüzden bu kelimenin görev ve sorumluluklarından bahsetmek en doğru seçim diye düşünmekteyim. ‘Bir anne nasıl olmalıdır’ı size kendi düşüncelerimle anlatacağım. Umarım teşbihte hata yapmam.
Öncelikle unutmayalım ki bir annenin 9 aylık hamilelik serüveni ve üstüne yaşadığı yeryüzünün en ağır sancısı belki de karşılığı olmayacak bir fedakârlık. Ama maalesef ki (sözüm meclisten dışarı) bazılarımız “doğurdum, gerisine karışmam” gibi bir gaflete düşmekte. Kimse kusuruma bakmasın lütfen ama bu kısım anne kavramının biyolojik kısmıdır. Manevi anlamda “ANNE” olun. Çocuğunuzun derdi sizin derdiniz olsun. Ona bir otorite gibi değil bir ANA gibi yaklaşın. Sarın, sarmalayın, öpün, okşayın, koklayın. Yanlış yapmasına izin verin ama yanlıştan zarar görmesine engel olun. İçini başkasına değil size dökebilsin. Sizden bir şey saklamak yerine yaşadığı bir şeyi size anlatmak için can atsın. Sizden korkmak yerine korktuğu her şeyden onu koruyacağınıza inansın. Bencilliğinizle çocuğunuzu kendinizden uzaklaştırmayın. Hep bana diyen anneleri de çok gördüm. Çocuğu umurunda olmayan bütün önceliklerinde kendi olan anneler. Bence bir kendinize gelin. Sizden, sizin istek, arzu, talep, kısacası kendinizden önce çocuğunuz gelsin. Bunlar yapılması zor değil, ama yapılmasından zevk almanız gereken şeyler. Anne olmanın formülü yoktur belki ama ANA olmanın kaynağı kalbinizdedir. Onu bulun ve etkinleştirin. Sorunsuz mutlu çocuklar demek, saygılı, suça eğilimi olmayan, adaletli, mutlu bireyler demek. Kısacası geleceği aydınlatan kişiler demek. Gördünüz mü? Tek bir sorumluluğunuzu yerine getirdiğinizde dünyanın dönmesine etki edemeyeceksiniz belki ama dünyanın nasıl döneceğine büyük katkılarınız olacak.
BABA
Bunu anlatırken aklıma bir şiir geldi. Belki buraya yazamam ama şiirin adını söylesem size yeter diye düşünüyorum “Baba evin direği”. Babanın görev ve sorumluluklarını biraz mizahi, biraz da hiciv sanatı katarak anlatan bir şiir. Benim gözümdeki baba kavramı ise sadece direk değildir. Hem direk, hem çatı, hem duvar, hem kapı… Demem o ki aileyi bir arada tutan ve dış etkenlere karşı koruyan yuva kavramını yaratan ama devam ettirme görevini dişi kuşa veren kişidir baba. Görevi dişi kuş aldı diye işi bitti mi babamızın. Tabi ki de bitmedi. Yönetim kısmı dişi kuşumuzun ama yuvanın ayakta sapa sağlam durması erkek kuşun görevidir:) Anne kavramında söylediğim her şey baba kavramı için de geçerlidir. Anneden farkı sadece baba aynı biyolojik evreden geçmediği için onun maneviyatına ulaşması daha zordur. Ama imkânsız değildir.
KARDEŞ
Ah şu kelime yok mu? … Bazen kan bağında ararsın ve bulamazsın, ama bir bakmışsındır ki illa o bağa gerek yokmuş. Yine de o bağın var olduğu kişiler abla, abi, kız kardeş, erkek kardeş öyle güzel bir şeydir ki, tadından yenilmez. Bazılarının tadına bal, bal dersin, bazıları ise acı biber gibidir. Canın yansa da yersin. Kavgan da ayrı güzeldir muhabbetinde. Derdi senin dertlerinin yanında sana dağ gibi durur, o derde derman olmak için canını verirsin. Gel gör ki ömrünün bir günü uzasın diye canından bile vazgeçeceğin, onunda aynısını senin için yapacağından emin olduğun insan gün gelir sana el olur. Geride cebinde biriktirdiğin anılar… Bazıları hüzünlü, Bazıları huzurlu... Ama şimdi yalnızca hüzün vardır. O sana dertlenir belki, sen ona. Senin dermanın onda onun ki sendeyken saklarsınız, söyleyemezsiniz. Ne ona ne de kendinize. Peki nedir bu kardeşler arasındaki husumet? Sadece hayatını birleştirdikleri diğer insanlardır kanımca sebep. Niyesi yok!! Belki üstü kapalı oldu anlatımım. Sorun yok ben üstünü açarım. Bizler o kadar bencil mahlukatlarız ki, hayatına girdiğimiz insanların bizim dışımızda bir başkasını önemsemesini, sevmesini, değer vermesini istemeyiz. Şunu bir türlü anlayamayız herkesin yeri başkadır. Sen ben olamazsın ben de sen… EE madem durum bu iken neden bendeki sevgiyi çalarsın sana yaramayacağını bildiğin halde. Kısaca burada anlatmak istediğim insanlar evlendiğin de ya da ciddi bir ilişkisi olduğunda kardeş denen bu güzel kavramın ölüm fermanını vermeye o kadar meyillidir ki nedenini ben anlayabilmiş değilim. Oysa kalp öyle bir organdır ki biyolojik olarak 4 odası varsa da manevi olarak sonsuz odaya sahiptir. Biz neden o kalpteki kardeşlerin ya da başlık kardeş diye kardeş diyorum ama diğer tüm kişilerin odasını boşaltmaya çalışırız çözemedim. Boş oda dan size hayır gelmez kalbi köreltirsiniz, bir bakarsınız körelen kalp sizi de artık o oda da istemez hale gelir… Anlayana…
DEVAM EDECEK…. :)
YORUMLAR