Bizler çocukken, dünyanın iyi bir yer olduğunun kanıtıydı başımızı kaldırdığımızda seyrettiğimiz gökyüzü...
Gölgesinde dinlendiğimiz yemyeşil ağaçlar,
uçsuz bucaksız ekin tarlalarının yarınımıza kattığı umutlar...
Güneşte elmas gibi parlayan misketlerimiz,
Körebelerimiz, saklambaçlarımız...
Tahta arabalarımız, evcilik oyunlarımız...
Bizler çocukken dünya daha iyi bir yerdi...
Mahalle mahalle gezerken ortadan birden bire kaybolma, tecavüze uğrama, öldürülme ihtimallerimiz yok denecek kadar azdı...
Ama artık her şey değişti...
İyiye ve güzele doğru değil üstelik...
Kötüye ve karanlığa doğru...
Şimdi dünyaya yeni gelmiş çocuklara,
oyunlardan yoksun, güvenden sıyrılmış, paylaşmaktan habersiz, dostunun elini tutmak yerine ona çelme çakmayı öğütleyen,
anayasanın işlevselliğinden ziyade illegalliklerin önemsendiği,
az hissetmenin, gerekli gereksiz çok şey öğrenmenin zorunlu hale geldiği bir dünyada yaşadıklarını nasıl anlatacağız?
Yetişkinlerin bile anlamakta güçlük çektiğini bildiğimiz onca hakikati çocukların lekesiz zihinlerine nasıl yerleştireceğiz kendilerini korusunlar diye...
Susmak ve masal dünyalarından çıkmamaları için üzerlerine gerçeğin küflenmiş kilitlerini vurmak çözüm değil üstelik...
Kabul edelim, çocuklara artık değil çiçeklerin açtığı, umudun bile yeşermediği bir dünya bıraktık...
Nasıl mı?
Aydınlarımızı tek tek faili meçhullere kurban ederek...
Toplumlar ışıklarını idealist insanlardan alırlar...
Bizler,
hepimiz adına elini taşın altına sokan idealist insanlarımıza hiç sahip çıkamadık...
Üstelik bunu Atatürk'ün huzura kavuşturduğu, kalkındırdığı bu topraklarda yaptık... Bu toprakların cehenneme dönüşmesine hem sessiz, hem seyirci kaldık...
Şimdi bulutlanan göğümüze, yitirdiğimiz güneşi çizmeye çalışıyoruz ellerimizle.
Yeni boyattığımız saçlarımızla,
yeni kilomuzla,
yeni aldığımız arabamızla,
yeni evimizle,
kenara atabildiğimiz üç beş kuruşla,
dört duvar arasında gülmeyi unutmuşken objektif görür görmez tüm dişlerimizi ortaya döken gülüşlerimizle...
Yakalandığımız gribe, yakalandığımız Polyannacılık hastalığından daha çok üzülüyoruz...
Öyle uzağız ki birbirimize, birlikte içtiğimiz sıradan bir çayın, kahvenin bile en çok birkaç saat sürecek olan yapıştırıcı etkisiyle uzun süre uyuşmak, uyuşmak, uyuşmak istiyoruz herkese göstere göstere...
Çöplüğümüzü sevmeye çalışıyoruz açıkcası...
Bizi gerçekten sevenlerin sevgisine güvenemeyecek kadar incinmiş bir ruhla...
Güzelliği kapitalizmin 90-60-90 değerlerinin dışına çıkartamıyoruz...
Eğlenceyi tüketmek sayıyoruz...
Üretmeyi duyumsamadan öğrenmek...
Başarıyı göze batmak...
Aşkı sevişmek sanıyoruz,
Sevmeyi çoğumuz bilmiyoruz bile...
YORUMLAR