Öyle şahane bir vatan toprağına sahibiz ki; mozaik taşlarını döşer gibi farklı kültürlerin bir araya gelmesiyle harika bir tablo yaratılmış. Bu tablonun oluşması kolay olmadı geçmişe doğru küçük bir yolculuğa çıkarsanız, din, dil, ırk, mezhep ayrımı yapılmadı diyen kendine yenik düşer. Bugün kardeşçe, barış ve huzur içinde yaşamak için hala kendini feda eden askerlerimiz var topraklarımızın bağrında yetişen. Hala gündeme bomba gibi düşen şehit haberleriyle içimiz kan ağlıyor. Vatanımız, Bayrağımız adına bu güne kadar can veren tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun. Bir başka yüreğime ateş parçasının düştüğü tarih de 24 Nisan’dır ..24 Nisan 1915’ sabahın kör şafak vaktinde özellikle İstanbul’da yaşayan Ermeni aydınları , yazarlar, avukatlar, sanatçılar, doktorlar, mebuslar teker teker alınırlar evlerinden. Bir daha dönmemek üzere götürülürler. O çok hayranlık duyulan Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde geçer, tarihe damgasını vuran yaşanan dram maalesef beni derinden etkiliyor. 1.Dünya savaşına girerken Hariciye Nazırı bile Ermeni’yken, lakapları ‘’Millet_i Sadıka’’ iken nasıl bu noktaya gelinip düşmanlık ve nefret tohumları yeşermiş anlamış değilim. Birçok baskıya rağmen istekleri olan özerklik yerini bulmamış, tehcir kanunu çıkartıp uygulamak zorunda kalmışlardır. Uygulama yapılırken ulaşım ve savaş şartları düşünülünce birçok insanın hayatını kaybettiği gerçeği aşikârdır. Bu konunun açıklığa kavuşması için tutulan sevk defterlerinin devlet arşivlerinden çıkıp, açık hale gelmesi gerekiyor. Egemen olduğumuz Doğu Anadolu topraklarımızda Türk-Ermeni meselesi hala hassasiyetini koruyor ve maalesef arpa boyu ilerleme yapılmış görünmüyor. Kamuoyunda algı yaratmak için insanlar katlediliyor. Bugün ülkemiz de hala mezarı olmayan Ermeni yakınlarını, gözyaşları içinde anmaya gelen insanlar var. Bu acıya ortak olmamak yok saymak mümkün mü? Geçmişte yaşananları unutup, şen kahkahalarla çengi masalarında eğlenmek için dinlediğimiz nice türkülerin illa ki yüreğimize dokunup bizi hüzünlere sürüklemesi de türkü yakılma hikâyelerinin gizine, yaşanmışlıklarını haykırmasındandır. Ve nice, yazılıp çizilen dram yüklü hayat hikâyeleri. Usta şair Nazım Hikmet’in 24 Nisan 1915 tarihli yüreğinden kâğıda dökülen duygu yüklü ‘’bu memleket bizim’’ şiirinde ki satırlar düşündürmez mi sizleri?
Bu bilekler kan içinde dişler kenetli
bilekler kan içinde ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak
bu cehennem, bu cennet bizim
yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
bu hasret bizim
23 Nisan 1920 de bu mukaddes günde, öyle büyük zorlu mücadeleler sonrasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı tüm dünya çocuklarına Mustafa Kemal Atatürk tarafından armağan edilmiştir. Nasıl da kutlu bir gün, bütün çocuklar bizim, çocukların dini, dili, mezhebi yoktur, hepsini sevgi dolu yüreklerinden öperek kutluyorum. Geleceğin mimarı olan, dünün çocukları, bugün milletvekili olmak için erken seçin nedeniyle hummalı bir sürece girdiler. Yüreğinde Atatürk sevgisini taşımayan, Atatürk İlke ve İnkılâplarına hatta büst ve heykellerine sahip çıkamayanların bu seçimlerde adayım demeye yüzü olmamalıdır. Siyaset yapmanın da bir adabı olmalı, sağduyudan yoksun, kurumlarda Atatürk Resimleri kaldırıp çöpe atılırken, öğrencilerin müfredatından Laik Türkiye Cumhuriyeti temel eğitim unsurları değiştirilirken sesi çıkmayanların, arka sokağında açlıktan, yoksulluktan dökülen insanlara faydası olmayanlar TBMM de bizi ne kadar temsil ederler endişesiyle düşünmekteyim. Az da olsa bu genellemenin dışında kalıp, kendini Vatan, Bayrak ve Milletine adayan istisna bürokratlarımız, vekillerimiz var kendilerine şükran borçluyuz.
YORUMLAR