Türkiye gündemine 30 Ekim’den bu yana oturan, arada unutturulan saygın bir iş adamı olduğu iddia edilen, komploya kurban gittiğine dair tablo çizilen Reza Zarrap, ağzını bir açtı, tam açtı konuşmasıyla beklenen skandal iddialar bomba etkisini yarattı. Kimlere rüşvet verdiğini iddia etti. Türkiye Vatandaşımız Temmuz 2011’ den Aralık 2013’ e kadar Türkiye’nin Ekonomi Bakanı ve şu anda halen Millet vekilimiz Mehmet Zafer Çağlayan, Şubat 2014’e kadar Halk Bank’ın CEO’su Süleyman Aslan( evinde ayakkabı kutuları içine 4.5 milyon dolar civarı para bulunduğu öne sürülmüş, o paraların yardım amacıyla toplanmış olduğu kabul edilip 14 Şabat 2014 ‘de tahliye edilmişti) , Halkbank Genel Müdür yardımcısı Mehmet Hakan Atilla, Şubat 2013’e kadar Halkbank Genel Müdürü Levent Balkan, Abdullah Happani Durak ve Duru Döviz Çalışanı, Muhammet Zarrab(Can Zarrab) Türkiye ve BAE de bulunan bir dizi şirket yöneticisi, Kameliya Cemşidi Reza Zarrab’a ait Royal Holding veya bağlı şirketlerin çalışanı, Hüseyin Necefzade Mellat Exchange’in üst düzey yöneticisi olanlar hakkında …İddianamede yer alan kilit isimler bunlar..Çok mu zor? Çalıştıkları dönem ve öncesi incelenir, kayıt dışı varlıkları tespit edilir diye düşünmekteyim. Tüm varlıklarını dedelerinden kalan mirasla edinmediler ya, araştırırsınız ortaya koyarsınız , kök bağ ilişliniz yoksa , cesaretiniz varsa.Ne Hikmet ki, bumerang gibi atıp, atıp geri dönüyor, elimiz de patlıyor namussuzluk iddiaları. Bir tane si var ki adı geçen bu listede , Milletvekili sıfatıyla bizleri de ifade ediyor, ben bu konuda bir tane açıklamasını duymadım, duyan varsa açıklasın lütfen. Yargı süreci devam ediyor evet hassas dönem ilahi adalete benim de saygım var. Adalet bir ayağı aksak da olsa elbet varacağı noktaya bir gün varacaktır. Milli menfaatlerimiz açısından ABD ye yükleyeceksek faturayı, bir soruşturma yapalım. Fakat çorbanın içene düşen küçük bir sinek de değil ki; ortada milyon dolarlık rüşvet iddiaları var. Burada tam da bu noktada da onurlu davranıp vazifesinden istifa etmeli diye düşündüğüm kişiler var, toplumun kanayan yarasını başka türlü tedavi etmek mümkün olmayacak, kangren olmadan kesip atmalı toplumun vicdanını rahatlatmalılar.. Diye düşünüp yazarken gündemi dünya masallarından çok sevdiğim bu masalla bağlayayım dedim. Neden mi? Toplum olarak aldanmaya çok müsait iz ve masallar dinlemeyi toplum olarak çok seviyoruz.
Çocukken o çok sevdiğimiz Fareli Köyün Kavalcısı Masalı tekrar hatırlatayım istedim, muhakkak sizlerde bilirsiniz…
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde develer tellalken, pireler berberken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken; ülkenin birinde bir köy varmış. Halkı mutluluk içinde yaşarmış. Günlerden bir gün köyün bütün evlerine fareler dolmuş. Binlerce fare köyün sokaklarında, evlerde dolaşıyorlarmış. Yatak odasına gitseler, mutfağa girseler farelerden geçilmiyormuş. Ne bulurlarsa yiyorlarmış. Halk ne yapacağını şaşırıp kalmış. Köy muhtarından bu işe bir çare bulmasını istemişler. Muhtarın da elinden bir şey gelmiyormuş. Böylece köyün adına fareli köy denmiş. Fareli köyün çocukları da, bu pis yaratıklardan bıkmışlar.
Bir gün fareli köye bir çalgıcı gelmiş. Muhtara: "Eğer bana bir kese altın verirseniz, köyü farelerden temizlerim." demiş. Bütün köy halkı bu habere sevinmişler. Aralarında hemen çalgıcının istediği bir kese altını toparlamışlar ve muhtara teslim etmişler. Halkın tek istediği bu farelerden kurtulmakmış.
Çalgıcı isteğinin kabul edildiğini öğrenince başlamış kavalını çalmaya. Kavaldan öyle tatlı, öyle güzel sesler çıkıyormuş ki, fareler saklandıkları yerlerden akın, akın çıkarak çalgıcının yanına geliyorlarmış. Kısa bir sürede çalgıcının etrafı binlerce fare ile dolmuş. Köydeki bütün farelerin çalgıcının etrafında toplandığı sırada çalgıcı yürümeye başlamış. Köye gelirken gördüğü dereye doğru yürümüşler. Çalgıcı önde kavalını üflüyor, fareler peşinden geliyormuş. Çalgıcı dere kenarına gelince suyun içine yürümüş. Derede o kadar çok su varmış ki ama çalgıcı karşı kıyıya geçmiş. Farelerde peşinden gelmek isteyince dereye düşen fare suda boğulup ölmüş. Bütün fareler ölünceye kadar çalgıcı kavalını öttürmeye devam etmiş. Çalgıcı bütün farelerin öldüğünü görünce ödülü olan bir kese altını almak için hemen köye geri dönmüş.
Fareleri yok eden başarısından sevinç duyduğu için, emin adımlarla yürüyormuş. Sonunda köye varınca: "Bir kese altınımı alırım. Bu altınlarla şehre gider, işimi kurarım. Bende zengin insanlar arasına katılır ve rahat yaşamaya başlarım" diye düşünmüş. Bu düşüncelerle muhtarın yanına varan çalgıcı muhtardan ödülünü istemiş. Muhtar oyun bozanlık yapmış. "Nasıl olsa farelerden kurtulduk, bir kese altını vermesem olur" diye düşünmüş. Çalgıcıya çeşitli nedenler göstererek altınlarını vermemiş.
Çalgıcı kandırıldığını anlayınca: "Ben size bir oyun oynayayım da görün" demiş. Başlamış kavalını çalmaya. Kavalın sesini duyan bütün çocuklar çalgıcının yanına koşmuş. Çalgıcıda hem kavalını üflüyor, hemde yürümeye başlamış. Köyün bütün çocukları da kavalcının peşinden gitmişler. Köyde hiç çocuk kalmamış. Analar babalar kara kara düşünmeye başlamışlar.
Köylüler muhtara gidip: "Ne yapacağız, ne edeceğiz. Sen çalgıcının hakkı olan bir kese altını vermeliydin. Bak şimdi çocuklarımızı aldı götürdü" demişler.
Kavalcı kızgın kızgın, peşinde çocuklarla birlikte ormana varmışlar. Ormanda bir ağacın altında dinlenirken aklına tekrar muhtara gitmek altınlarını bir daha istemek gelmiş. O sırada telaşla yerinden kalkınca kavalını almayı unutmuş. Sihirli kavalı bulan bir çocuk, arkadaşlarının yanına gelmesi için sbaşlamış çalmaya. Kavalın sesini duyan çocuklar hemen ormanda toplanmışlar. Hemen köye, annelerinin babalarının yanına dönmeyi düşünmüşler. Kavalı bulan çocuk köyün yolunu biliyormuş. Kavalı çalıp önde diğerleri arkasında köye geri dönmüşler. Anneleri, babaları çok sevinmişler. Şenlikler düzenlemişler. Kırk gün kırk gece bayram etmişler.
Tabi bu sırada da köylüler muhtarı azarlamışlar. Çalgıcının hakkını vermesini söylemişler. Hakkını alan çalgıcıda hayallerini gerçekleştirmek için köyden ayrılmış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine diye biter.
Gündemdeki yazılan çizilen bunca iddiaya bakıp, pisliğin kokusunu alınca, insanın midesi kaldırmıyor, saygısı kalmıyor. Anlatılanlar, kötü yazılmış, deklare edilen yersiz bir masal etkisi yaratıyor. Artık bir değişiklik yapıp kendi masallarımızı yazmanın zamanı geldi, omurgalı durup direnmek adına, umut var diyorum. Elbet güneşe hasret günler bir gün bitecek, kara bulutlar dağılacak, güzelim memleketime yakışır gerçekten mutlu sonla biten masallarımızı yazacağımız günler için az kaldı diyorum.
YORUMLAR