Sağanak yağmurun arkasından misler gibi kokan toprak kokusu ve yıkanan yeryüzündeki suyun bereketi var… Buz kesmiş gecenin karanlığından sabaha ulaşan aydınlıkta umut var… Hastalıkta iyileşmeyi bekleyen birileri için iyi olma, sağlıklı olma umudu var. Sevginin gücüyle el ele tutuşmuş umut, yaşama isteği ile doğru orantılıdır ki en umutsuz anlarda yüreğe gelen ferahlıktan besbelli ediyor kendini. Toprağın hep veren gücünde ansızın fışkıran bir bitkinin açmış meyveleri, ağaçların bereketi, en-vahyi çeşit çiçeklerin açması, kış sonunun da baharın gelmesiyle umut doğadan bize sunulanla “işte mucize, işte hayat” dedirtiyor.
Yaşadığımız her anın değeri, nefes almanın kıymetini ‘incir kabuğunu doldurmayacak’ nedenler için heder ediyorsak, takıntıya takılmış kalmışız demek ki…
Gelgelelim bizim ünlü deyişimiz gibi ‘Kazın ayağı öyle değil’ der. Bu itibarla da başımıza her ne gelmişse, o gelen ne ise eşeler dururuz. Hani herkesin derdi kendine dert derler ya o hesap.
AŞK ACISI MI O DA NE?!
Âşık biri sevdiğini isterken, sevdalandığı onu istemeyince dünyası kararıverir. Neden? Ego, iç benlikte çatışırken kıvrandırır durur ruhu. Bunun adı aşk mı oluyor şimdi? Katiyen olmaz, maddenin ruhun tabiatına aykırı çünkü. Bunun adı: Olsa olsa kırılan gurudur. Her genç sevmiş sevdalanmış mıdır bilinmez ama bir hoşlanma olmuştur iki karşı cins arasında. Aşk zannedilen duygu istenmezlik ile karşılaşıncaya kadar bu böyle sürüp gider. Yaşı ‘kemale eren insan için’, “sahi aşk neydi” sorusu sorarken kendine, gülümser o boşu boşuna çektiğini anladığı güya aşk sandığı duygu karmaşasına. İlla ki gencin, bazen de orta yaşlının beğenme duygusunu aşk sandığı, gerçekte ve geçte olsa anladığı yaşanmışlık mı yoksa o sanrılar? Mamafih gerçek aşk, beklentisizdir… Ve o aşk, gitgide büyüyen, acıyla değil umutla gülümsetendir. Tabiatın güzelliğine âşık olmak, İlahi güce yaslanıp ondan gelen güzelliğe amenna demek ve ona teslim olmaktır aşk…
Bazen de bir çocuğun gözlerindeki umudu, yarınlarına taşımasını görmektir aşk… Ve o çocuk umuttur yarınlarımıza…
Bir annenin ve babanın evladını katıksız sevgiyle sevmesidir aşk…
OLAMAYA DEVLET BİR NEFES SIHHAT GİBİ
Aşktı meşkti ekonomik yetersizliklerdi hepsi gelir geçer… Onun için umutla inançla sarılalım hayata.
Sıhhatini kaybeden kişinin önceliği, sıhhat oluyorsa, “önce sağlık” diyeceğiz ve ötesini zamanına teslim edeceğiz. Zira insanın neresi acıyorsa canı orada atıyor. Hemen hemen bir yıldır kardeşimin hastalıkta yaşadıkları beni derinden etkilerken, son üç aydır insanlığın yaşadıkları ve virüs korkusu üzerine tuzu biberi oldu. Bu dünyada her canlı elbette misafir ama can da tatlı, ona ne demeli? Onun için önce can sağlığı.
Bundan sebep sağlıkla yaşadığımız “her anın kıymetini bilelim” derim doğal olarak. Bendenize de gençliğimde; “gençliğinin kıymetini bil” derdi ninem. “Nasıl bileceğim?” diye sorardım, “bil işte, akıllı ol, zamanını çarçur etme…” derdi.
Çok haklıymış… Ah ki ne ah… Ne varsa eskilerde var ve yaşanmışlıkta var… Eskilerde ne yok ki… Yardımlaşma, komşuluk, dostluk ve arkadaşlık… Veresiye defteri, para üzerine hesap yapmayan çoğunluk ve almadan veren eller… Öpülesi eller… Gölgesini özlediğimiz babamız ve annemiz… Esnafın hal bilip halden anlayışı, emekçinin mis kokulu ekmeği ve o ekmeğini paylaşması… Açık sofralarımız, muhabbetlerimiz ve bizi biz yapan hayata dairlerimiz… Umut türküleriyle coşan benlik savaşında olmayan güzel insanlarımız… Paranın her şeyimiz olmadığını bilen büyüklerimizin öğretileri, saygımız ve sevgimiz…
Ya şimdi?
Fırsat bu fırsat diyenler var ve bal gibi de fırsattan istifade edenler de var… Geçen gün bir iğneciye işimiz düştü, hastalık başa gelince hastaya çare arıyor insan. Eve gelen iki dakikalık iğneye nerdeyse iki öğünlük yemek parasına el mecbur razı oluyorsunuz. Nitekim biz de olduk. İki günde bir yapılacak olan üç günlük iğne ücretini peşin verdik ama evdeki hesap çarşıya uymadı ve kardeşim hastaneye yatınca iğneciye gerek kalmadı. Bu pahalılık ve hastalıkta yapmadığı işin parasını geri istedim. Öyle ya, iğnecinin hak etmediği ve yapmadığı iğne parasını geri almam tabiatıyla olacaktı. Parayı eksik olarak bırakırken de telefonda bana demediğini bırakmadı. Yanımda doktor bir bayan arkadaşım da vardı ve o da olayı kulağıyla duydu. Telefonu ona verdiğimde hakaretlerini sıralanıyordu adam. Arkadaşım da ben de şaştık kaldık bu hale. Gülüp geçtik… Ne diyeyim şimdi bu işe? Olsun bakalım olsun, diyelim. Ama her şeyin başı sağlık olsun… Hakaret te olmasın ve saygı olsun.
Eskiden herkesin elinden mi gelirdi her iş bilemiyorum ama daha bir insan insana yardımdaydı. Hastalıkta ve her zorda eş-dost birbirine koştururken kara gün dostuydu konu-komşu…
Umudumu kesmedim insandan ama eskiyi çok arıyorum…
YORUMLAR