Dünya genelinde yaşanan -her alandaki- hızlı ve köklü değişim hiç kuşkusuz siyaset ve yönetim alanını da etkilemekte ve bu alanı değişime zorlamaktadır. Yönetsel alanda karşımıza çıkan yeni tanımlamalar, yeni kavramlar ve paradigmalar, 21.yüzyılda örgütsel yönetimin parametrelerinin yeniden ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Siyaset bilimi açısından baktığımız zaman demokrasi tarihi çok uzun yıllara dayanmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde, dönemsel şartlar çerçevesinde farklı demokrasi uygulamaları ve modelleri ortaya çıkmıştır. Antik Yunan’da Agora’da uygulanan demokrasi uygulamalarından başlayarak günümüzde uyguladığımız “e- demokrasi” tanımlamalarına kadar geçen süre içerisinde yönetilen- yöneten ve yönetim algısı ve ilişkiselliği farklı boyutlarda gelişme göstermiştir. Günümüzde ise, yönetim ve siyaset alanında yeni bir sihirli kelime karşımızda durmaktadır: ‘’ Yöneşim ‘’
Yönetişim en genel tanımıyla, bir tarafın diğerini yönettiği bir ilişkiden, karşılıklı etkileşimlerin öne çıktığı bir ilişkiler bütününü ifade etmektedir. Hesap verilebilirlik, katılım, uyum, şeffaflık ve etkinlik iyi yönetişim ilkeleri olarak tanımlanmaktadır. Yönetişim, kolektif faaliyetlere katılan aktörler ve kurumlar arasındaki güç bağımlılığına işaret eder. Siyasal boyutuyla baktığımız zaman ise, yurttaşın mümkün olan her alanda ve biçimde yönetsel ve siyasal karar alma süreçlerine katılımını ifade etmekte ve siyasetin ve devletin meşruiyetinin ve yönetim sisteminin demokratik niteliğinin güçlenmesini olanaklı kılmaktadır. Yönetişim mekanizmasının en önemli aktörleri ise, ulus altı, ulusal, ulus üstü ve uluslararası örgütler, sivil toplum kuruluşları, özel sektör olarak tanımlanmaktadır.
Bugün ülkemizde siyaset kurumuna olan güvenin azalmasındaki ve siyaset mekanizmasının alanının daralmasındaki en önemli faktör, sistemin 20. yüzyıl yönetimsel anlayışına göre dizayn edilmesidir. Alınan kararların yukarıdan inmeci bir şekilde gerçekleşmesi, demokratik teamüller ile hiçbir şekilde yan yana getirilemeyecek uygulamaların yaşanması, yurttaşların siyaset kurumuna yabancılaşmasına neden olmakta ve siyaset kurumunun toplumsallaşmasına bir engel teşkil etmektedir. O halde yapılması gereken en önemli şey, sistemi işlevselleştirmekten geçmektedir ve bu uygulamanın anahtar kelimeleri ise ‘’ yönetişim ‘’ ve ‘’ katılım’ ’dır
** Siyaset kurumunun bir rönesans’a ihtiyacı vardır!
Türkiye, 21.yüzyılda her alanda olduğu gibi siyaset alanında da lider merkezli bir yapıdan acilen vazgeçmelidir. Dikey hiyerarşi yerine yatay hiyerarşi tercih edilmeli, gerek siyasi partilerde gerekse sivil toplum kuruluşlarında kurumsallaşma çalışmalarına hız vermelidir. Lider odaklı değil, kültür odaklı, program odaklı bir anlayışın hâkim kılınması gerekmektedir. Bugün, ülkemizdeki örgütlü toplumun aktörlerinin içinde bulunduğu en önemli açmaz ‘’ anti demokratik uygulamaların ‘’ uygulama merkezi olarak görülmesidir. Bütün örgütlü yapılarda .’’ başkan ‘’ anlayışı hâkimdir ve ‘’ başkan ne derse o olur ‘’ anlayışıyla yönetimsel pozisyon alınmaktadır. Bu sorun ne yazık ki sivil toplum kuruluşlarında da bulunmaktadır. Öncelikle, yönetişim mekanizmasını ülkede hâkim kılmak ve sürdürülebilir bir evrensel- çağdaş demokrasiden bahsetmek istiyorsak, yönetişim kavramının temel aktörlerinin demokratik bir kurum niteliği kazanması gerekmektedir. Bu ise, siyaset kurumunun yeniden revize edilmesini ve bir şekilde siyaset alanında rönesans’ın gerçekleştirilmesini gerekli kılmaktadır.
Siyaset kurumunun toplumsallaşmasını sağlamanın ve siyasete ve siyasi kurumlara olan yabancılaşmanın önüne geçilmesinin ikinci önemli yolu ise;
** Yönetim sorunsalının değişmesidir.
21. yüzyıl katılım çağıdır. Küreselleşme ile birlikte artan teknolojik değişimler ile bilgi ve iletişim teknolojilerinin hızla gelişmesi, yönetim alanında da bir takım yenilikleri beraberinde getirmiştir. Antik Yunan’da olduğu gibi, yurttaşların doğrudan demokrasi uygulamaları günümüzde de teknoloji sayesinde yeniden olanaklı hale gelmiştir. E-devlet, E-yönetişim, E-parti uygulamaları ve örnekleri ile yurttaşlar karar alma sürecine katılabilmekte ve iradelerini hiçbir aracıya gerek duymadan doğrudan temsil etmektedir. Günümüzde yaşanan bu muazzam değişim ile eski alışkanlıklara dayanan yönetim anlayışının değişmesini gerektirmektedir. Yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve siyasi partilerin katılım odaklı politikalar izlemesini ve kararların kolektif bir şekilde alınmasını zorunlu kılmaktadır. Yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya doğru bir yönetim sisteminin uygulanması, demokrasinin standartlarının arttırılması anlamında önemli bir eşiktir. Katılım, demokrasinin sürdürülebilirliği açısından çok önemlidir.
Ülke olarak yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz olaylar bağlamında değerlendirdiğimizde katılım olgusunun ne kadar önemli olduğunu acı tecrübeler ışığında tecrübe ettik. Siyasete olan güvensizlik, insanları farklı arayışlara itmekte ve sokakların marjinalize ve terörize haline gelmesine neden olmaktadır. Bu tür acı örneklerin bir daha yaşanmaması için siyaset kurumunun acilen reforma ihtiyacı vardır. The Independent’ten Robert Fisk’in bir sözünü hatırlatmak gerekirse, ‘’ Tarihten çıkaracağımız tek ders, tarihten ders çıkaramayacağımızdır. ‘’ anlayışı ile hareket edilirse, Türkiye devleti yönetilmesi zor bir alana dönebilir. O yüzden, tarihten çıkaracağımız, çıkarmak zorunda olduğumuz bazı dersler olduğunu unutmamalıyız.
Sonuç olarak, yaşanan değişim ve dönüşüm hayatımızın her alanını etkilediği gibi, siyaset ve yönetim alanını da etkilemektedir. Klasik yönetim anlayışından, modern yönetim anlayışının hâkim olduğu günümüzde, yönetişim çerçevesinde kararlar alınmalı, karar alma sürecine mümkün olduğu kadar farklı aktörlerin katılımı sağlanmalıdır. Bu yöntemle alınacak kararlar, siyasi anlamda meşruluğu güçlü, demokrasinin sürdürülebilirliği kalıcı, iktidarın ve devletin sağlam bir şekilde devam etmesine imkân tanıyacaktır.
Süleyman GÖK
https://twitter.com/GkSuleyman
YORUMLAR