Sömürgeciliğin Meşrulaştırılması Olarak Bilginin Önemi
Süleyman Gök

Süleyman Gök

Süleyman GÖK ile Genç Gündem

Sömürgeciliğin Meşrulaştırılması Olarak Bilginin Önemi

22 Ocak 2018 - 14:38

Tarihsel gelişim içerisinde dönemlere damgasını vuran bütün imparatorluklar ve uygarlıklar şartlara göre bilgiden yararlanmasını ve onu bir takım kalıplara sokarak kullanmasını bilmişlerdir. Yerleşik kanaate göre Haçlı seferlerinden sonra ortaya çıkan gelişmeler dünyanın merkezinin batı olarak görülmesine ve doğunun zengin kaynaklarının ele geçirilmesi üzerine sistemin kurulmasına zemin hazırlamıştır. Sistemin iyi işlemesinin en önemli anahtarı ise şüphesiz bilginin kullanılmasıdır. Bu süreçte iktidar gücünü elinde bulunduran güçler bilgi ile aralarında etkileşim sürecini iyi kullanmışlardır. Bilgi-iktidar ilişkisi bağlamında değerlendirmeye aldığımızda; gücün ve kudretin kuvvetli olduğu dönemlerde, emperyalist ve sömürgeci emellerin gerçekleşmesi için bilgiye bütün hükümdarlar ihtiyaç duymuşlardır. Bunun için bilgiyi elinde tutan ve bilgi üreten yazarlar, seyyahlar, akademisyenler üzerinde siyasal otoritenin etkileri muazzam bir şekilde görülmektedir. Bu süreci antik çağdan başlatarak günümüze kadar getirebilmekteyiz. Ancak; yazılan kitaplar ve bir takım üretilen bilgilerin masum olup olmadığını ve hangi bilginin saf bilgi olduğu gerçekliği en önemli tartışma noktasını oluşturmaktadır. Bilgi üretim sürecinde siyasal erkin etkisinin olması ve ortaya çıkan yayınlarda siyasetin lekesinin bulaşması bilgi-iktidar ilişkisini gözler önüne sermektedir. Bundan dolayıdır ki masum bir bilgiden söz etmek tamamen imkânsız hale gelmektedir.

Sömürgeciliğin ortaya çıkmasından sonra iktidarlar beşeri güç olarak nitelendirilen bilgiyi daha iyi kullanmak adına bir takım çalışmalar yapmışlardır. Bunun en somut örneği batının yani Avrupalı devletlerin haçlı seferlerinden sonra doğuya karşı gerçekleştirdiği seferleri ve emperyalist emellerini meşrulaştırmak amacıyla bilgiyi kullanmaları olmuştur. Doğu bilimi olarak ta ifade edilen şarkiyatçılık çalışmalarının İngiltere ve Fransa başta olmak üzere İtalya, İspanya gibi diğer Avrupalı ülkelerinde başlaması bir takım emellerin gerçekleştirilmesi yolunda atılan adımın en somut örneğidir. Elbette ki bu çalışmalar yukarıda da değinildiği gibi masum bir bilgi üretme olarak görülmemelidir. Batılı seyyah ve yazarların doğunun kültür ve ekonomik, siyasal sistemini araştırması ve eserlerinde yer vermesi masumluğun göstergesi değildir. Burada amaç; Batı’nın kendi emellerinin ve sömürgeci zihniyetinin meşruluğunu göstermek için bilgiyi araç olarak kullanmasıdır.

Batılı yazarların eserlerini incelediğimiz zaman karşımıza çıkan bazı realiteler vardır. Bunların başında doğunun egzotik bir yer olmasının yanında, barbarlığın ve kötülüğün çok olduğu, kadın düşkünlüğünün görüldüğü, siyasal hayatta batılı erdem olarak görülen demokrasi, insan hakları gibi özgürlükçü değerlerin görülmediği, zaman kavramının pek önemsenmediği ve tembel bir millet olarak görülmesi doğu hakkında gerek resimler gerekse yazılan romanlar ile karşımıza çıkmaktadır. Ancak bir gerçek var ki bu yazarlar, Paris’in ya da Londra’nın arka mahallelerini gezmeden kendilerine siyasal erk tarafından verilmiş görevlerini yerine getirmek amacıyla şark ülkelerinin arka mahallerini gezmişler, ardından şark ve şarklılar hakkında genel bir değerlendirme yaparak bütün bir coğrafyayı ve coğrafya insanını yargılamışlardır. Bu somut gerçekler bilginin masum olmadığının bir göstergesi olarak görülmektedir.

Batılı klasik yapıtlar olarak gördüğümüz eserlerde doğunun değerleri hakkında yazılanlar elbette ki o dönemdeki iktidarlar tarafından bağımsız olarak düşünülemez. Mısır hakkında yazılan yazılar Napolyon’dan bağımsız olarak düşünülemeyeceği gibi, son dönemlerde artan İslam karşıtlığını da günümüzde uygulanan post kolonyal dönemin iktidarlarından ayrı düşünmememizi gerektirmektedir. Bu süreçte oluşturulan ve insanların algılarına sokulan bilgilerin çok önemli işlevleri olduğu gerçeği bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Genel kanıya göre; batıda oluşturulmuş ve günümüzde de farklı şekillerde sürdürülen oryantalizm çalışmalarının amacı saf bilgi üretmek yerine, batının kendi çıkarlarını ve düşüncelerini gerçekleştirmek için doğu üzerine hâkimiyet kurma mücadelesinde bir araç olarak bilgiyi kullanılması olarak görülmesidir. Batı, her zaman uygarlığın ve aydınlığın sembolü olarak kendi kendini yönetemeyen ve bir lidere her zaman itaat etmeye alışmış şarklılar için müdahalesini meşru göstermeyi amaçlamaktadır. İngilizlerin Mısırı işgal etmelerinden sonra Balfor’un ‘’ Mısırın diğer şarklı ülkeler arasında daha ayrıcalıklı bir yere sahip olduğunu belirtmesi ‘’ ise müdahalenin sömürgeci boyutlarını yadsıyan bir bakış açısıyla diğer ülkelere sömürgeciliği ve sömürgeciliğe karşı bakış açılarını değiştirmeyi amaçlayan bir söz olarak görülmelidir.

Doğu toplumu gerek kültürleri gerek ise yaşayışları bakımından gerçekten batının müdahalelerine her zaman muhtaç olarak kalacak mıdır sorusunu önemli olarak görmekteyim? Günümüzde yaşanan ve son dönemin en önemli olayı olarak dünya kamuoyunda konuşulan Arap Baharı olayını yukarıdaki bilgiler bağlamında değerlendirdiğimizde aralarında pek fazla fark olmadığını görmekteyim. Hepimizin bildiği gibi, Batılı devletler doğu halklarının artık kendi kendilerinin yönetme hakkının olduğunu ileri sürerek bazı ülkelerde rejim muhaliflerine destek vererek siyasal istikrarı ve batılı değerleri götürme bahanesi ile bazı müdahalelerde bulundular. Fakat, spesifik olarak baktığımızda Libya örneğinde gördüğümüz gibi yapılan petrol antlaşmaları bu sürecin en somut göstergesidir. Sürecin başından beri gerek uluslararası gerek ise bölgede öne çıkan El-Cezire gibi önemli bilgiye ulaşmada ve ulaştırmada önemli araçları kullanan batılı güçler kendi çıkarlarını yerine getirmek amacıyla tarihsel misyonu olarak kullanılagelen ‘’ uygarlaştırma misyonu ‘’ gereği müdahalelerini haklı göstermektedirler.

Sonuç olarak; tarihsel süreç içerisinde siyasal olarak hükümette olan kişiler ile ortaya çıkan bilgiler birbirinden bağımsız olarak düşünülmemelidir. Somut örneklerde de görüldüğü üzere, bilgiye hükmeden dünyaya hükmeder mantığını kullanan tarihteki ünlü iktidarlar ve şahsiyetler dönemlerinde bilgiye ve bilgi üreticilerine çok önem vermişlerdir. Çünkü İmparatorluklarının geleceği bir nevi bilginin elindedir. Günümüzde ise siyasetin elinin değmediği bir bilgi ürünü bulmak neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Onun için yapılan araştırmalarda ve söylemlerde bu gerçekler göz ardı edilmemelidir. Bizlere ulaşan bilgilerin saf bilgi mi yoksa üretilmiş bilgi mi olduğunu aklın süzgecinden geçirilerek ortaya çıkarılmalıdır. Aksi takdirde bazı güçlerin oyunlarında oyuncu olarak kalınır.

YORUMLAR

  • 0 Yorum